Mısır için demokrasi uzak bir hayal, iç savaş yakın bir tehlike
.
Mısır başkenti Kahire’de, önceki günkü olayların ardından kadın-erkek, çocuk-yaşlı 500’e yakın gösterici şehrin göbeğindeki Fetih Camii’ne sığındı. Polis, asker ve “baltacı” adı verilen sivil faşist çeteler tarafından kuşatılan darbe karşıtları dün öğleden sonra camiyi terk etmek zorunda kaldılar. Güvenlik güçlerinin kurşunlarına hedef olmamak için kendilerini dışarı atan insanların baltacıların vahşetine maruz kalmasını tüm dünyayla birlikte canlı olarak izledik.
Operasyonu canlı veren Mısır devlet televizyonu, bunu İngilizce “Mısır terörizmle savaşıyor” spotuyla duyuruyordu. Geçen ay Kahire’deydim. Hatta mihmandarımız da Fetih Camii’nde göstericilerle birlikte mahsur kalan ve polis tarafından gözaltına alındığı söylenen, yıllardır Mısır’da yaşayan deneyimli gazeteci Metin Turan’dı. Metin’le Adeviyye Meydanı başta olmak üzerine darbe karşıtlarının toplandığı yerlerde epey dolaştık ve karşımıza hep her yaş ve cinsiyetten “sıradan” olarak tanımlayabileceğimiz insanlar çıktı.
“O zaman nedir bu ‘terörizm’ meselesi?” Fransa’nın en saygın dergilerinden Le Monde Diplomatique’in üst düzey yöneticilerinden, Ortadoğu ve Mısır uzmanı Alain Gresh, Belçika’da bir internet sitesinin düzenlediği toplu söyleşide bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Askeri yönetimin bilinçli bir stratejisiyle karşı karşıyayız. Ülkeyi bir şiddet atmosferine sürüklemek ve ‘terörle mücadele’ bahanesiyle eski türden bir diktatörlüğüe dönüşü meşrulaştırmak istiyorlar. İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) da tuzağa düştüğünü ve bu stratejii kavramakta zorlandıklarını söylememiz şart.”
Demokrasiye dönüş zor
Geçtiğimiz çarşamba gününe kadar yaşanan zaman diliminde askeri rejim İhvan’ı ağır yaralı ve boynu bükük bir şekilde “yeni süreç”e dahil etmek istedi, ama İhvan tavize yanaşmayıp Muhammed Mursi’nin göreve dönmesinde ısrar etti. Çarşamba günü yaşanan üçüncü katliamla birlikte askerlerin İhvan’ı tasfiye kararı almış olduğunu görüyoruz. Keskin nişancıların önde gelen İslamcı liderlerin ailelerini öldürmeleri, çok sayıda üst düzey ismin ve yakınlarının tutuklanması, İhvan’ın resmen kapatılacağının ilan edilmesi bu yeni stratejinin kanıtı.
Ama ortada çok ciddi bir sorun var: Mısır’ın en önemli toplumsal/siyasi gücü olan İhvan’ı dışlayarak yeniden demokrasi yoluna koyulmak mümkün değil. Zaten Alain Gresh de Çarşamba katliamının sadece İhvan’ı tasfiyeyi değil demokrasiye dönüşün her türlü yolunu tıkama amacıyla tezgahlandığını ileri sürüyor.
Önü açılan şiddet
“İslamcılarla demokratik bir düzen nasıl inşa edilir?” sorusunu da Gresh şöyle cevaplandırıyor: “Asıl soru ‘İslamcılar dışlanarak demokrasi nasıl inşa edilir?’ olmalı. Arap dünyasında 50 yılı bulan diktatörlükler bunun mümkün olmadığını gösterdi. Herhalde bu işten en çok El Kaide memnundur. Çünkü daha birkaç ay önce İhvan’ın parlamenter stratejisini eleştirmişlerdi. Şimdi haklı çıktıklarını söylüyor olmalılar.”
Daha önceki yazılarımızda askeri rejimin İhvan’ı silahlı mücadeleye teşvik ettiğini, ancak bu hareketin meşruiyetini kaybetmemek için bu tahriğe kapılmadığını, kapılmamakta da kararlı olduğunu yazmıştık. Ancak Çarşamba gününden bu yana güvenlik güçlerinin ve onların işbirlikçisi “baltacı” çetelerinin estirdiği terör İhvan’ı hızla radikalleştiriyor. Hareketin üst düzey isimlerinin tutuklu ya da firari olmasının da etkisiyle silaha el sürmeme kararlılığı aşınabilir. Eğer böyle olursa Mısır’ın kanlı bir iç savaşa yuvarlanacağı da kesin demektir.
İç savaş denince akla şimdiki Suriye geliyor ancak Alain Gresh 1990 başlarındaki Cezayir deneyimini hatırlatıyor ki hiç de haksız sayılmaz. Orda da İslami Selamet Cephesi’nin (FIS) sandıktan çıkmasını hazmedemeyen sistemin eski sahipleri orduyu devreye sokmuş ve ülke yıllarca süren acımasız bir iç savaşın esiri olmuştu.