MHP’yi tasfiye projesi
.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, partisinin 6 üst düzey ismini hedef alan şantaja resti çekmesini takdir etmiş, bununla birlikte daha masada kiminle oynadığını bilmediği için rakibinin (ya da rakiplerinin) ellerinde ne olduğunu kestirmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştık. Nitekim bu 6 kişiden ilk olarak Mehmet Ekici’ye ait olduğu ileri sürülen gizli kamera kayıtlarını internet üzerinden dolaşıma sokan şantajcılar bir gün içinde 6 üst düzey MHP yöneticisini birden pes ettirmeyi başardılar. Sonuç olarak şantajcıların kazandığı, MHP’ninse kaybettiği açıktır.
Krizi yönetemediler
Kuşkusuz, peş peşe gelen ve son derece organize bir komplo olduğu aşikâr olan bu kaset yayınlarının MHP’yi bir bakıma “mağdur” konumuna taşıdığı doğrudur. Bu mağduriyetin sandıkta MHP’nin lehine sonuçlara yol açma ihtimali de pekala söz konusudur. Fakat doğrudan partinin çatısını hedef alan bu komplonun yol açtığı krizi yönetme konusunda gösterilen beceriksizlik MHP için telafisi imkansız kayıplara yol açtı, daha da açacağa benziyor.
Tabii insafsızlık yapmamak lazım. Şu an yaşadığımız komplo, diyelim ki bundan 6 ay önce tezgahlanmış olsa başta Bahçeli olmak üzere MHP yönetiminin işi daha kolay olabilirdi. Ama şantajcılar komployu seçim atmosferinde devreye soktular. Yani partinin önde gelen isimleri seçim bölgelerine dağılmışken; Bahçeli il il mitingler düzenlerken MHP yönetimi tam da acil ihtiyacı olan koordinasyonu sağlamakta çok zorlandı.
Bu noktada bir parantez açıp komplonun ilk günlerine dönelim: Medyada, ilk iki parti yöneticisinin istifaya mecbur eden Bahçeli’nin kurmaylarını gelecekteki muhtemel kasetler konusunda uyardığı yazılıp çizilmişti. Ama daha sonra şantajcıların hedef tahtasına oturttuğu 8 isimden hiçbiri kendiliklerinden ortaya çıkmadılar. Çıksalardı süreç farklı gelişir miydi, belli olmaz. Fakat en azından MHP kendi iç hukukunu, dışardan kimseyi bulaştırmadan işletme imkanına sahip olabilirdi.
MHP’nin içinden mi?
Şantajcılar kendilerini ülkücü ve MHP’li olarak sunmaya çalışıyorlar. Özellikle iktidar partisi ve ona yakın kesimler de bu komployu “MHP içi bir savaş” olarak görmek ve göstermek istiyorlar. Hiç de aynı kanıda değilim. MHP ve ülkücü hareketi takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak, bu hareket bünyesinde, partinin 10 önde gelen isminin özel hayatını bu kadar didik didik edecek; onların herbirinin özel ilişkilerini gizlice kayıt edecek; tüm bunları çok titiz bir zamanlama ve halkla ilişikiler stratejisiyle dolaşıma sokacak kadar profesyonel, organize ve geniş imkanlarla donanımlı bir muhalefet odağı bulunduğunu sanmıyorum. Böyle bir ihtimal olsaydı bunun işaretlerini çoktan almış olurduk. Kaldı ki böylesine bir odak Bahçeli yönetimini, böylesi komplolara başvurmaya gerek duymadan da sarsabilir, hatta devirebilirdi.
Öte yandan bu komplonun zamanlaması ve boyutları da, projektörleri MHP’nin dışına tutmamızı zorunlu kılıyor. Çünkü tam seçim arifesinde partide onarılmaz yaralar açan ve onu yüzde 10 barajının altına çekmeyi hedeflediği bariz olan bir komplonun amacının MHP’nin “restorasyonu” olduğunu ileri sürmek saflık olacaktır. Zira şu ana kadarki seyrinden, bunun “restorasyon” değil bir “yıkım projesi” olduğu açıktır. Özetle, bu komployu tezgahlayanların, öncelikle tabii ki MHP’yi barajın altına düşürmeyi ama bunun ötesinde, bu partinin tasfiyesini arzuladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dolayısıyla son günlerde çok popüler olan “MHP’siz bir TBMM mi istiyorlar?”, “MHP’siz Meclis nasıl bir şey olur?” sorularının yerini “MHP tasfiye edilmek mi isteniyor?”, “MHP’siz bir Türkiye siyaseti nasıl bir şey olur?” sorularını koymamız gerekebilir.