Mesele sadece dershaneler değil...
.
Başbakan R. Tayyip Erdoğan‘ın dershaneleri kapatma ısrarından en fazla rahatsız olanların başında hiç kuşkusuz Fethullah Gülen ve onun lideri olduğu hareket geliyordu. Zaten bu nedenle de dershaneleri kapatma niyetinin ardında eğitim sistemiyle ilgili arayışlardan ziyade bazı siyasi hesaplar arandı. Daha açık konuşacak olursak, dershanelerin kapatılacak olması, geçen yıl şubat ayında MİT kriziyle su yüzüne çıkan hükümet-cemaat çatışmasının doğal bir uzantısı, hükümetin cemaate cevabı olarak görüldü.
Ancak ortada birçok ciddi sorun vardı: Örneğin eğitim sisteminde sık sık yapılan düzenlemelerin dershanelerin kapatılmasına elverişli bir altyapıyı oluşturduğu şüpheliydi. Dershanelerin yerine başka bir kurum konulup konulmayacağı, konulacaksa bunun ne olacağı belli değildi. Yıllar içinde oluşmuş devasa dershane sektörünün neye dönüşeceği de belirsizdi. Resmi ağızlardan yapılan “dershaneler okula dönüşsün“ çağrısını herkesi yerine getirmesi zordu. Kaldı ki mevcut sistemde özel okulların ciddi bir kontenjan sorunu vardı. Yeni okulların eklenmesiyle zaten küçük olan pastanın paylaşımında daha ciddi sıkıntılar yaşanabilirdi.
Üç seçime rağmen
Öte yandan siyasi açıdan da ortada bir dizi soru işareti vardı: Öncelikle iktidar partisinin, üç (yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel) kritik seçime girecekken neden böylesine riskli bir adım atmakta kararlı olduğu bir muammaydı. Dershanelerin kapatılmasının Gülen cemaatiyle olan çatışmayı alenileştirip kızıştıracağı belliydi. Halbuki gerek son genel seçimlerde, gerekse 12 Eylül referandumunda iktidar partisi Gülen cemaatinin (özellikle medyasının) aktif ve cömert desteğinden epey yararlanmıştı. Bu desteğin kesilmesi, hatta rakip parti ve adaylara, kısmen de olsa yönelmesi hâlinde ciddi kayıplar yaşanabilirdi.
Tam da bu nedenle dershanelerin kapatılması niyeti, hükümetin cemaate karşı bir tür uyarısı, meydan okuması, kimilerine göreyse blöfü olarak görüldü. Gerek hükümete, gerekse cemaate yakın birçok isim söz birliği etmişçesine “olayı fazla dillendirip büyütmemek lazım, nasıl olsa olmaz, olamaz“ diye konuşuyordu. Şahsen ben de Başbakan Erdoğan’ın, aralarında ne kadar sorun olursa olsun, tam da seçimler öncesi Gülen cemaatini bariz bir şekilde karşısına almak istemeyeceğini düşünüyordum.
“Kan davası çıkmaz”
Bu noktada şunun altını tekrar tekrar çizmek lazım: AKP iktidarıyla birlikte, daha çok da askeri vesayetin geriletilmesine paralel olarak, muhafazakâr camiada Erdoğan ve Gülen’i eşit ölçüde sevenlerin, ikisi arasında ayrım yapmayanların sayısı inanılmaz ölçüde arttı. MİT krizinin en çok bu kesimde travma yarattığını biliyoruz. Bunlar, aklıselimin galip geleceğine, krizin ne yapıp edip aşılacağına inanmak istiyorlar. Eğer dershane olayı ciddi bir kriz hâline gelirse en çok bu kesimi vuracak ve onların yaşayacağı kırılmalardan hem AKP, hem cemaat olumsuz anlamda etkilenecekti.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı‘nın dershanelerle ilgili son açıklamaları bu kesimin korktuğunun başına geleceğinin işaretleriyle dolu. Avcı, ocak ayında yasal düzenleme yapacaklarını ve dershanelerin bir yıllık ömrü kaldığını net ve bağlayıcı bir şekilde dile getirdi. Yayın organlarına baktığımızda Gülen cemaatinin bu açıklamaları hayli ciddiye aldığını, dershaneler konusunda bir dönüm noktasına girildiğini kabul edip ona göre tavır ve strateji geliştirdiğini görüyoruz.
Sorunu başından beri yakından izleyen bir isim, Gülen cemaatinin ruh hâlini şöyle özetliyor: “Bizim için son derece hassas bir konu çünkü bizde daha okullar yokken dershaneler vardı. Yaşananların tatsız olduğu muhakkak. Ama yine de biz yeni duruma da uyum sağlarız.“
“Peki dershanelerin kapatılması cemaat ile iktidar partisinin ilişkilerini nasıl etkiler?” sorusuna aynı kişi şu cevabı verdi: “Gönül kırıklığı yaşadığımız, yaşayacağımız kesin ama buradan bir kan davası çıkmaz.“
DÜZELTME VE ÖZÜR
Dün bir yanlışlık sonucu bugünkü başlıkla yazarımızın bir önceki yazısını tekrar yayımladık. Okurlarımızdan ve yazarımızdan özür diliyoruz.