Maalesef bildiğimiz gibi değil!
.
Bugün bir kitaptan söz etmek istiyorum. Son derece başarılı ve çarpıcı bir kitaptan. Slavoj Zizek’in “Hikayelerini bilmediklerimizdir en çok düşman olduklarımız” sözleriyle başlayan bu kitap ayrı ayrı 19 gencin hikayesini anlatıyor. Bu gençlerin ortak özelliği Kürt olmaları ve çatışmaların en yoğun olduğu 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da yaşamaları. Kendileri de o bölgenin insanı olan iki genç gazeteci Rojin Canan Akın ile Funda Danışman, kitaplarına “Bildiğin Gibi Değil” (Metis Yayınları, Siyahbeyaz Dizisi) adını vermişler. Bu cümle, konuştukları gençlerin herhangi birinin veya herbirinin ağzından çıkmış olabilir, çünkü onların anlattıkları gerçekten ve maalesef hiç de bildiğimiz gibi değil.
Ne var ki “Bildiğin Gibi Değil”i okumaya başladığımda daha bilmediğim nice olayın olduğunu, daha acısı, o ana kadar öğrendiklerimi de bilinçli bir şekilde unutmaya terk etmiş olduğumu fark ettim. Evet unutmak, bütün bu zulümler hiç yaşanmamış gibi hayatlarımızı sürdürmek istiyoruz. Fakat o acıları birebir yaşamış, örneğin babalarını, kardeşlerini, en yakın arkadaşlarını yargısız infazlarda kaybetmiş olanların; günlerce işkence görüp sudan sebeplerle hapis yatanların ve uğradıkları mağduriyetlerin sorumlularının cezalandırılması yolunda devletin hiçbir adım atmadığını görenlerin galiba unutmak gibi bir lüksleri yok. Hele bunlar birer çocuksa, kitaptaki anlatıların da çok açık bir şekilde gösterdiği gibi, değil bu acıları unutmak, onları düşünmeden bir an bile yaşayamamak gibi bir kader onları beklemektedir.
Hesaplaşma mı, helalleşme mi?
Kitabın yazarları, çoğu iş-güç sahibi olmuş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış 19 gence sadece dün neler yaşadıklarını değil yarına nasıl baktıklarını da sormuşlar. Bu noktada karşımıza iki anahtar kelime çıkıyor: Barış ve affetme. Hemen hepsi ısrarla barış istiyor ama bütün o zulümleri kendilerine yaşatanları affetme konusunda çoğu hiç de istekli ve gönüllü değil. Örneğin Gijal, “Barış başkadır, affetmek başka” diyor.
Tabii bu noktada kimleri suçladıkları sorusu karşımıza çıkıyor. Büyük kısmı okul, iş gibi nedenlerle büyükşehirlerde yaşamış olan gençler, buralarda genellikle kendileri gibi Kürt olan kişilerle birlikte olduklarını, fakat olmayan kişilerle de dostluk kurduklarını vurguluyorlar. Her ne kadar Türkleri, Kürt sorununa karşı yeterli duyarlığı göstermedikleri için eleştirseler de, başlarına gelenlerden onları değil devleti sorumlu tutuyorlar.
Dini, mezhepsel, etnik veya ideolojik farklılıklar nedeniyle yoğun iç çatışmaların yaşandığı ülkelerde toplumsal barışın olmazsa olmaz koşullarından biri “affetme” mekanizmalarının hayata geçirilmesidir. Bir yandan devlet, o ana kadar kendi kurallarına uymamış, ona meydan okumuş kişi ve grupların özgür bir şekilde toplumsal yaşama katılmalarının zeminini oluştururken, diğer yandan o ana kadar devletin zulmünden nasibini almış kesimler kalıcı bir toplumsal barış için geçmişte yaşananların izini sürmeyi bırakırlar.
“Bildiğin Gibi Değil”, çocukluklarında zulmü iliklerine kadar yaşamış kişilerin henüz “affetme” noktasına ulaşamamış olduklarını gösteriyor. Ama eğer Kürt sorununun kalıcı ve barışçıl çözümü için kollar gerçekten sıvanır, buna bağlı olarak diyalog ve müzakere süreçleri hayata geçirilirse, sanıyorum onlar da hayatta helalleşmenin hesaplaşmadan daha önemli ve insani olduğu noktasına varacaklardır.