Liberallerle Kürtlerin yarım kalan aşkı
.
Türkiyede iktidar savaşlarının üç temel odağı olduğuna inanıyorum: AKP, Fethullah Gülen cemaati ve Kürt siyasi hareketi (KSH). Siyasi süreçlere müdahale edebilmek isteyen diğer siyasi aktörler de bu üç odak arasındaki ilişkileri, ittifak ve çatışmaları gözleyerek kendilerine bağımsız, en azından özerk bir alan açmaya çalışıyor ya da sık sık olduğu gibi bunlardan herhangi birinin (veya aynı anda birkaçının) peşine takılıyorlar.
Liberallerin yeni aşk arayışı
Tam da bu noktada en fazla dikkati çekenlerin başında, nicelik olarak çok güçlü olmamalarına rağmen nitelikleri nedeniyle “liberal” ( bu tanım etrafında çok uzun tartışmalar yapılabileceğinin farkındayım ama kimleri kastettiğimin anlaşıldığını varsayarak bu tartışmaya bu yazıda girmeyeceğim) olarak adlandırılan kişiler var. Bu kişilerin bir dönem geniş ölçüde desteklemiş oldukları AKPye yönelik hayal kırıklıklarını 2012 yılı kasım ayında “Liberaller ile AKPnin aşk ve nefret ilişkisi”
(Hata! Köprü başvurusu geçerli değil.) başlığıyla ele almaya çalışmıştım. O günden bu yana nefret iyice derinleşti ve liberal olarak tanımlanan bazı isimler yeni bir “aşk” arayışıyla Kürtlere, dolayısıyla KSHye yöneldiler. Ancak dün tartışmaya başladığımız Mehmet Altanın “Batıda faşizm, Doğuda özerklik mi?” (http://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-altan/batida-fasizim-doguda-ozerklik-mi,9146) başlıklı yazısı bize bu aşkın daha başlamadan hüsranla sonuçlanmakta olduğunu gösteriyor.
Bazı itirazlar
Bu uzun girişin ardından Altanın yazısına neden hiç katılmadığımı izah etmeye, dün bıraktığım yerden devam etmek istiyorum.
İlkin: Yıllarca devlet eliyle Kürtlere inkâr, ret, baskı ve zulüm reva görülürken ülkenin batısından çok cılız itirazlar yükseldi. Hâl böyleyken bugün Kürtlere “özerklik alacaksınız diye bizi faşizme mahkûm mu edeceksiniz?” diye sitem etmek hakkaniyetli bir tutum olmaz.
Ardından: Sanıyorum sorununun temelinde liberallerin fazla tezcanlı olması var. Buna karşılık Kürtler ve KSH sabretmeyi biliyor. Bugünkü noktaya yıllar süren ve ağır bedeller ödedikleri bir süreçle vardılar ve bu kazanımlarını riske atmak istemiyorlar. Çözüm sürecinin ağar aksak gitmesi, hükümetin ve özellikle Başbakanın kendilerini oyalamaya çalışması gibi hususlar onları örneğin liberaller kadar tedirgin etmiyor. Çünkü güçlerine güveniyorlar ve devletin bu sorunu çözmekten başka bir seçeneği olmadığını biliyorlar.
Üçüncü olarak: KSHnin en önemli kazanımı devlet tarafından muhatap alınmak. İmralı (Öcalan) ile doğrudan, Kandil (PKK) ile dolaylı ve örtülü görüşmeler, bu hareketin en büyük hayalinin gerçekleştiği anlamına geliyor.
Dördüncü olarak: KSHnin AKP ile arasını açmasının yegâne gerekçesi kendisine çok daha güçlü ve iyi bir muhatap bulması olabilir. Ne var ki, son yerel seçimlerde gördüğümüz gibi Kürtlere sunulabilen tek seçenek CHP oldu. Halbuki CHP Kürt sorunu konusunda “kimse konuşmazken biz rapor hazırlamıştık” demenin ötesinde ciddi bir şey söylemiyor. Daha önemlisi, CHP “Kürt realitesini tanıma” aşamasından “Kürt siyasi hareketini tanıma” aşamasına geçmiş değil, geçecek gibi de görünmüyor. Yani KSHnin kendisini muhatap bile almayan bir muhalefet partisi uğruna yıllardır tek başına iktidarda olan AKP ile bağlarını kopartmasını beklemek hiç gerçekçi değil.
Son olarak: KSH, özellikle İslam dinine karşı katı tutumunu yumuşatarak kitleselleşme önündeki en ciddi engellerden birini kaldırmış oldu. Sonuçta KSH günümüzde, tarihinin en güçlü, özgüvenli dönemini yaşıyor. Orta Doğu gibi zor bir coğrafyada, sadece Türkiyede değil, Suriye, Irak ve İranda da önde gelen siyasi aktörlerden biri olabilmenin ve böyle kalabilmenin ilk şartı sürekli değişen koşulları doğru okumak, ilişkileri bunlara göre değiştirip geliştirmek, kısacası iyi siyaset yapmaktır. Dolayısıyla diğer siyasi aktörlerin KSHye bir şey öğretmekten çok ondan bir şeyler öğrenmeye çalışması daha isabetli olabilir.
Daha söyleyeceklerim var. Devam edeceğiz.