Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsatta ilk start verilmek üzere
.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül aylarca önce Kürt sorununun çözümünde “tarihi bir fırsat” yakalandığını söylemiş ancak yapılan tartışmaların ötesinde hiçbir somut adım atılmamıştı. Fakat Gül’ün ısrarlarının da etkisiyle devletin değişik kademelerinde hummalı bir faaliyet yürütüldü; üst üste toplantılar yapıldı ve nihayet “tarihi fırsatta ilk start” noktasına gelindi. Hükümetin neleri nasıl yapabileceğine geçmeden önce zamanlama üzerinde durmak gerekiyor. Şöyle ki Abdullah Öcalan, çözüm için yeni bir “yol haritası” hazırlamakta olduğunu ve bunu Ağustos ortasında açıklayacağını ilan etmişti. Hatta Öcalan’ın avukatları, bazı kanaat önderleri, siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle temasa geçip onların görüş ve önerilerini derleyerek kendisine iletmeye koyuldular.
Öcalan’ın bu duyurusuna paralel olarak PKK da “ateşkes” kararını önce 15 Temmuz’a, ardından Eylül ayına kadar uzattı. Daha önemlisi, önceki “ateşkes” dönemlerinde yaşanan mayınlı saldırılar veya büyük şehirlerdeki terör eylemlerini de büyük ölçüde durdurarak liderlerinin önünü açtı.
Hükümetin, Öcalan’ın ilan edeceği “yol haritası”nı “tedirgin bir merak”la beklediğini söyleyebiliriz. Merak ediyor zira Öcalan’ın ister samimi olarak, ister sırf kendisini kurtarmak için olsun, devletle uzlaşmak istediğini; uygulabilir bazı öneriler getirebileceğini ve en önemlisi bunları hareketin tabanına ve PKK’ya kabul ettirebileceğini biliyor.
Hükümet “tedirgin” zira Öcalan’ın yaşadığımız bu tıkanma anında inisiyatifi ele almasından ve en vahimi, “terör örgütünün başını muhatap alıyor” görüntüsü verme ihtimalinden ürküyor. Bu yüzden hükümetin gecikmeden start vermek istemesinin temel nedenin tam da Öcalan’ın söz konusu hazırlığı olduğunu söylenebiliriz. Öcalan’ın açıklayacağı “yol haritası”nın ardından atılacak her adım, yapılacak her açılım bir dizi spekülasyona yol açacağı için Başbakan Erdoğan’ın 15 Ağustos’tan önce ciddi ve inandırıcı bir çıkış yapması ve inisiyatifi ele alması gerekiyor.
Olamayacaklar ve olabilecekler
Peki hükümet ne yapabilir? Yapılabileceklerden önce yapılamayacaklara bakmak daha isabetli olabilir. Bu noktada elimizde yararlı bir pusula mevcut: Erdoğan’ın siyasi danışmanı Doç. Yalçın Akdoğan Pazar günü Star Gazetesi’nde yayınlanan “Sorunun değil çözümün parçası olmak” başlıklı yazısı. Kürt sorunu üzerine uzun yıllar kafa yormuş bir siyaset bilimci olan Doç. Akdoğan, devlet katındaki gözlemlerinden hareketle bize uzun bir “reddedilecek talepler” listesi çıkarmıştı. Bakalım:
“Anadilde eğitim;
Kürtçenin ikinci resmi dil durumuna getirilmesi;
Anayasa’da etnik kökene vurgu yapılması;
Öcalan’ın serbest bırakılması veya siyaset hakkı verilmesi;
Her türlü özerklik talebi;
İdari, mali, adli ve kolluk hizmetlerinin yerel yönetimlere devri;
Ülke genelinde ya da sınır ötesinde terör örgütü üyelerine yönelik operasyonların durdurulması.”
Doç. Akdoğan yazısında gerek PKK, gerekse DTP’nin bu taleplerde ısrar ederek çıtayı çok yükselttiklerini, bunun hiç de gerçekçi olmadığını savunmuştu. Ve devletin kabul edebileceği taleplerden bazılarını da şöyle sıralamıştı:
“Türkiyelilik kavramının geliştirilmesi veya Türkiye toplumu vurgusunun ön plana çıkartılması;
Bazı üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kurulması;
Kürtçe yayın ve özel TV’lerin önünün açılması;
Doğu ve Güneydoğu’da halka hizmet veren devlet dairelerinde Kürtçe bilen personel istihdam edilmesi;
Cezaevlerindeki görüşlerde Kürtçe yasağının kaldırılması;
Kürtçe mevlit veya vaaza müsaade edilmesi;
İlçe, köy ve mezra gibi yer isimlerinin Kürtçe veya diğer eski isimlerle değiştirilmesi;
Seçimlerde Kürtçe siyasi propaganda yasağının kaldırılması;
Teslim olmayı özendirecek mevcut yasada düzenlemelere gidilmesi;
TBMM’de Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu kurulması...”
Asker-sivil ilişkileri
Devletin yapabileceklerinin Kürt hareketinin beklentilerini gidermesinin pek mümkün olmadığı kolaylıkla anlaşılıyor. İki büyük sorun öbeğiyle karşı karşıyayız:
1) Kürt sorununu çözme yolunda yapılacak bazı yasal ve anayasal düzenlemelerin bazı kesimler tarafından devletin “üniter” yapısına tehdit olarak algılanması;
2) PKK sorununu çözmek için atılacak bazı adımların toplumun bir kesiminde tepkiye yol açması.
Aslında CHP Lideri Baykal’ın “silahlar susarsa af olur” çıkışı bu ikinci tür sorunları çözmenin daha kolay olduğunu akla getiriyor. Nitekim uzun zamandan beri “alt düzeydekilere af, lider kadroya sürgün” gibi formüller telaffuz edilmekte. Tabii bu noktada Öcalan’ın durumunun başlıbaşına güç bir sorun oluşturduğunu unutmamalıyız.
Bütün bunlara rağmen hükümetin önünde gerçekten bir fırsat olduğunu söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan, eğer “terörle mücadele” perspektifini geri plana itip “Kürt sorununu çözme” yolunda samimi olduğunu gösterebileceği bir çıkış yapabilir ve bununla birlikte Akdoğan’ın yazmış olduğu birkaç adımı atabilirse Türkiye’de çok şey değişebilir.
Tabii burada şöyle bir sorunla karşı karşıyayız:
“İrticayla mücadele eylem planı” tartışmaları ve hemen ardından askeri yargının görev ve yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik yasal düzenleme “tarihi fırsat”ın zemini olan “asker-sivil uyumu ve karşılıklı güveni”ni belli ölçülerde zedeledi.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, devletin yeni Kürt stratejilerinin şekillendirilmesinde apayrı ve özgün bir konumu olduğu da hesaba katılırsa, hükümetin yapmasını beklediğimiz yeni “Kürt açılımı” baştan “ölü” olmasa bile “sakat” doğmuş olabilir.