Krizde Gül’ün de sorumluluğu yüksek ama hâlâ çözüm üretebilir
.
AKP’ye kapatma davası açılmasıyla Türkiye’nin çok ciddi bir siyasi kriz içine girdiği ve bundan nasıl çıkılacağının işaretlerinin -henüz- ortada olmadığı aşikâr. Bir ayı aşkın süredir bu krizi tartışıyoruz, tartışıyorum. Ama hâlâ birçok soru cevap bekliyor: “Kriz neden çıktı?” “Kim, ne derecede sorumlu?” “Ne yapılsaydı veya yapılmasaydı kriz önlenirdi?” gibi.
Krizle birlikte sık sık AKP lideri Erdoğan’ın, 22 Temmuz gecesi parti genel merkezinin balkonundan yaptığı konuşmaya referans veriliyor ve onun “bize oy vermeyenlerin de başbakanı olacağım” sözünü yerine getirmemesi krizin en ana gerekçesi olarak gösteriliyor.
Aynı çevreler, bununla ilintili olarak, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın profiline yakın, yani tüm partilerin üzerinde mutabık kalacağı bir isim yerine AKP’nin iki numarası Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmış olmasıyla bu krize zemin yaratıldığını ileri sürüyorlar. Bu iddianın son günlerde iktidar partisi içinde de yankı bulduğunu gözlüyoruz.
Gül’ün sorumluluğu
Yazdıklarımı ve televizyonlarda yaptığım yorumları izleyenler bilir. Gül’ün Çankaya’ya çıkmasının bir kriz nedeni olmadığını, hatta tam tersine muhafazakâr kitlelerin laik cumhuriyetle aralarındaki sorunları azaltma ve hatta giderme imkanı sağlayabileceği için bir fırsat olabileceğini savundum. 1991’de aktif siyasete atıldığı andan itibaren yakından izlemeye çalıştığım Gül’ün siyasi birikimi, kişiliği ve üslubunun buna izin verebileceğini birçok kez vurguladım.
Dolayısıyla “Gül Cumhurbaşkanı olmasaydı kriz çıkmazdı” önermesine katılmıyorum. Ama “Gül ne yaparsa yapsın krizi engelleyemezdi” diyenleri de haklı bulmuyorum. Gül “geliyorum” diyen krizi pekala önleyebilirdi. Çünkü son yaşadığımız krizin miladı, TBMM’deki türban düzenlemeleridir. Eğer AKP’lilerin gözleri, MHP’nin “biz varız” sözüyle kamaşmış olmasaydı bu kriz en azından gecikirdi. Diyelim ki AKP geri adım atmadı, Gül bu düzenlemeyi bir şekilde Meclis’e geri gönderseydi AKP’yi bir ölçüde siyaseten zora sokmuş olurdu ancak bugünkü gibi çözümü imkansız bir krizin de önünü almış olurdu. Böyle bir gelişme, “şike yapıyor” diyecek küçük bir azınlık dışında, AKP’ye oy vermemiş kesimleri de bazı (ön)yargılarını gözden geçirmeye sevk ederdi.
YÖK tercihi
Eğer Gül, YÖK’ün başına kimsenin -belki kendisinin de- pek tanımadığı Prof. Yusuf Ziya Özcan yerine üniversite çevrelerinin bildiği, deneyimli ve güçlü anlamda tarafsız olduğu izlenimi veren birini atamış olsaydı da işler bambaşka gelişebilirdi. Çünkü öğrencilerinin “babacan” bulup sevdiğini duyduğumuz Prof. Özcan krizi çok kötü yöneterek krizi daha da derinleştirdi.
Gül’ün TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu öncülüğündeki bazı meslek kuruluşlarından türban krizinin çözümünde arabulucu olarak yararlanmak istediğini biliyoruz. Ama tabii ki bundan hiçbir sonuç elde edilemedi. Öte yandan Gül’ün, türban düzenlemesinin zamanlama ve yöntemine itiraz eden bazı liberal ve sol aydınların -ki bazılarını kişisel dostu olarak Çankaya sofralarında ağırlamıştı- itirazlarını pek kaale aldığını da duymadık.
Dışişleri Bakanlığı’nın son günlerinde Gül’e özel bir sohbetimizde partisinin Cumhuriyet mitinglerine neden antipatik baktığını, bunlara katılan kitlelerin kaygı ve beklentilerini niye önemsemediklerini sormuştum. O da bana kişisel olarak kendisinin o kesimlerle bir sorunu olmadığını, hatta miting alanlarına gidip onlarla birebir konuşabileceğini söylemişti. Çankaya’ya çıktıktan sonra Gül’ün sırtında laikliğe duyarlı kesimlerin hassasiyetlerine kulak kabartmak gibi bir yük de bindi. Ancak o “herkesin cumhurbaşkanı” olma yolunda bazı sembolik adımlar dışında çok ciddi çıkışlar yapmadı.
Gül’den ne yapıp edip CHP ve lideri Baykal’la birtakım köprüler atmasını da, şahsen boşuna bekledim. Kuşkusuz Baykal’ın hırçın ve uzlaşmaz tutumu da fazlasıyla eleştiriyi hak ediyor ancak Gül artık AKP’nin iki numarası değil, devletin bir numarası. Türkiye’deki birçok sorunun temelinde iktidar partisiyle ana muhalefet arasında hiçbir diyalog mekanizmasının bulunmadığını herhalde çok iyi görüyordur. Ancak bunu giderecek adımlar üzerine kafa yormak yerine erken pes etti ve Baykal’ın kendisini AKP ile özdeşleştirmesine imkan tanıdı.
Sonuç olarak Gül’ün beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemeyeceğim, çünkü az da olsa krizden çıkma imkanı hâlâ mevcut ve Gül’ün de hâlâ yapabileceği çok şey var.