Korkmaya gerek yok, Kürt sorunu Türk sorununa dönüşmez
Artıları ve eksileriyle “yeni İmralı süreci” (5)
“Yeni İmralı süreci” çok hızlı başladı: Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Abdullah Öcalan ile, PKK’nın silahsızlandırılması perspektifinde görüştüğünün resmen açıklandı. Ardından Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’ya gidip Öcalan’a görüştü. “Yeni İmralı süreci” çok olumlu syerediyor, barış ve çözüme yönelik ümit ve heyecan tüm ülke çapında dalga dalga artıyor. Bunun bir nedeni, ülkenin bir an önce bu sorunu çözmeye mecbur olmasıysa, bir diğeri, görüşmeleri yürütenlerin arkasında zaten hatırı sayılır bir kamuoyu desteği bulunmasıdır. Ama bununla da kalmıyor, örneğin Öcalan’dan hoşlanmadıklarını bildiğimiz bazı Kürt siyasetçiler de, AKP’ye mesafeli bakan bazı sanatçılar, aydınlar, kanaat önderleri de peşpeşe sürece desteklerini ilan ediyorlar. Bu noktada en sevindirici gelişmelerden biri hiç kuşkusuz, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da hükümete çözüm için kredi verdiklerini açıklaması oldu. Son olarak, medyanın geneline egemen olan sağduyulu, serinkanlı ve barış yanlısı tutumun altını çizip tahtaya vuralım, “nazar değmesin” diyelim.
Diyelim, çünkü içerde ve dışarda, Türkiye’deki çatışma ortamının sonlanmasından son derece rahatsız olacak epey odak mevcut ve bunlar hayli güçlü. Sürecin ilk günlerindeki hız ile olumlu atmosferin onları çok tedirgin ettiği muhakkak, sağda solda açık örneklerine de tanık oluyoruz.
Peki ne yapabilirler? Galiba iki yol var deneyebilecekleri. Birincisi, görüşmeleri yürüten taraflar arasında zaten çok az olan, kırılgan güveni ortadan kaldırmaya yönelik bazı provokasyonlara yönelebilirler. Şu ana kadar gerek iktidar partisi, gerekse BDP çevrelerinin son derece dikkatli ve sorumlu davrandıklarını gördük; PKK’dan gelen açıklamaların da ana hatlarıyla olumlu ve yapıcı olduğunu söyleyebiliriz. Ama süreç ilerledikçe ve çözüm yaklaştıkça, her iki bünyede yarıklar açmaya yönelik çabaların arttığını da herhalde göreceğiz. Bu bağlamda, hükümet adına görüşmeleri sürdüren MİT’e ve Müsteşar Fidan’a yönelik yeni kampanyalarla karşılaşmamız da sürpriz olmaz.
Milliyetçilikleri kışkırtma
Süreci sabote etmenin ikinci yoluysa zaten kutuplaşmış olan toplumu birbirine düşürmeye yönelik provokasyonlara girişmek olabilir. Bu da en kolay, milliyetçi duyguları köpürtmekle mümkün gözüküyor. Ülkemizde Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin birbirini beslediğini, son dönemde Türk milliyetçilerinin daha pasif, Kürt milliyetçilerinse daha aktif olduğunu gözlemliyoruz. Barış içinde bir arada yaşama iradesini yeniden tesis etmeyi hedefleyen (en azından hedeflemesi gereken) bu yeni süreçten memnun olmayan odaklar, Türk ve Kürt milliyetçiliklerine yatkın kitlelere, ayrı ayrı, varılmak istenen noktanın kendi aleyhlerine olacağı propagandası yapmak isteyeceklerdir, ki kısmen başladıklarını da görüyoruz.
Bu çevreler, öncelikle Türk kamuoyunu gözlerine kestirmişe benziyorlar, en azından şimdilik. En çok da “Kürt sorununu çözmek isterken Türk sorunu yaratılmasın” diye özetlenebilecek bir argümanı öne sürüyorlar. İlk bakışta makul görünen bir uyarı bu. Ama serinkanlı bir şekilde biraz deştiğimizde bu uyarının hiç de gerçekçi olmadığını anlıyoruz. Çünkü Kürtlerin eşit yurttaşlık temelindeki taleplerinin, cumhuriyet değerlerini benimsemiş hiçbir Türk yurttaşı rahatsız etmesi söz konusu olamaz. Kısacası, “Kürt sorununu çözmek isterken Türk sorunu yaratılmasın” demenin, “böyle gelmiş, böyle gitsin” demekten başka anlamı yoktur.
Daha önceki yazılarımda (http://rusencakir.com/Turklerin-kaygilari-Kurtlerin-haysiyeti/1307) arkadaşım Osman Bostan’ın, çözüm için geliştirdiği “Türklerin kaygılarını, Kürtlerin haysiyetini gözeten bir denge” formülünün çok işlevsel olabileceğini yazmıştım. Bu önermeye “Peki ya Türklerin haysiyeti?” diye karşı çıkmaya kalkmanın hiç de haysiyetli bir tutum olduğunu düşünmüyorum.
Sonuçta tüm Türkiye ne yapıp edip bu sorunun çözülmesini istiyor; karşılıklı olarak geçmişte yaşanan bazı şeyleri unutmaya, affetmeye yatkınız. Bu nedenle insanlarımız “yeni İmralı süreci”ne temkinli de olsa umut ve heyecanla yaklaşıyorlar. En önemlisi, kötü niyetlilerin çözümü engellemek için her yola başvurabileceklerinin de bilincindeler.
Öyle ki çözüm istemeyenler, sırf süreci sabote etmek uğruna canlı bomba olup kendilerini mesela Taksim Meydanı’nda patlatmak zorunda bile kalabilirler.
Yarın: Bölgesel dengelerin sürece muhtemel etkileri