Kısır döngü bu sefer kırılabilir
.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin son sözlerini “yıllardır aynı şeyleri söylüyor zaten”, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ziyaretini de “bu tür gelişi gidişler çok oluyor zaten” diye önemsiz görmeye ve göstermeye çalışanlar olabilir. Ancak son gelişmeleri, içinden geçmekte olduğumuz sürecin verileriyle değerlendirdiğimizde PKK sorununda yepyeni bir aşamanın eşiğinde olduğumuzu pekâlâ söyleyebiliriz. Çünkü:
1) Obama’nın başkan seçilmesiyle Irak’taki Amerikan varlığının çok fazla sürmeyeceği tescillenmiş oldu. Iraklılar -buna Kürtler de dahil- bundan böyle komşularıyla ilişkilerini kendi başlarına düzenlemek zorunda olduklarını biliyorlar. Yıllardır Irak topraklarını üs olarak kullanan İranlı rejim muhalifi Halkın Mücahitleri’ne kapıyı gösteren Iraklılar’ın PKK’yı tolere etmeyi sürdürerek Türkiye’yi alenen karşılarına almaları beklenemez. Kürdü, Şiisi ve Sünnisiyle tüm Iraklılar Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmeye mecburlar. Bunun önündeki en büyük engelin topraklarındaki PKK varlığı olduğunu biliyor ve artık bu işi noktalamak istiyorlar.
2) Hükümet uzun bir süredir PKK’yı devre dışı bırakmak, bunun için Irak Kürtleri’nden istifade etmek istiyordu ancak TSK’nın önüne çıkardığı “kırmızı çizgiler” nedeniyle istediği gibi hareket edemiyordu. Fakat Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte çok ciddi bir değişim yaşandı. Org. Başbuğ, Irak Kürtleri’ni neredeyse PKK’dan daha tehlikeli görme anlayışını terk etti ve hükümetin Kürt yönetimiyle görüşmelerine “yeşil” olmasa da “sarı” ışık yaktı. Öyle ki hükümetle asker arasında terörle mücadelede son dönemde varılan mutabakatın en temel ayaklarından birinin Irak Kürtleriyle ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz.
Zorla mı, gönüllü mü?
Öncelikle şu soruya cevap vermek gerekiyor: PKK zorla mı tasfiye edilecek, yoksa kendi rızasıyla silah mı bırakacak? Talabani, Irak Kürtleri’nin PKK ile savaşmasının asla söz konusu olmayacağını bir kez daha açık açık vurguladı. Onların aktif katılım ve desteği olmadan Türkiye’nin örgütü Kuzey Irak’tan kazıyabilmesi çok gerçekçi değil.
Talabani’yi dinlediğimizde, Irak Kürtleri’nin bütün enerjilerini PKK’yı silah bırakmaya ikna etmeye sarf edeceklerini anlayabiliyoruz. Bunun yolu da hiç kuşkusuz silah bırakmayı örgüt için cazip kılmaktan geçiyor. Peki bu cazibe nasıl sağlanabilir?
İlk akla gelenleri sayalım: Alt düzey militanlara af (Talabani de açık bir şekilde militanların “evlerine dönmesi”nden bahsediyor suçları neyse onun cezasını -belki belli indirimlerin ardından -çekmelerini telaffuz etmiyor) üst düzey yöneticiler için sürgün benzeri bir formül Kürtlere yasal siyaset imkanlarının sonuna kadar sunulması buna bağlı olarak Kürt sorununun çözümü noktasında reformlara hız verilmesi... Öcalan’ın geleceği konusu da en yakıcı sorun olarak dile bile getirilemiyor.
Fakat Başbakan Erdoğan ise zaten yıllar önce “Eve Dönüş Yasası” çıkartmış olduklarını söylemekten öteye gitmiyor. Org. Başbuğ’un da buna ek olarak af çağrışımı yapabilecek herhangi bir yeni yasaya hiçbir şekilde sıcak bakmadığını biliyoruz. Halbuki “Eve Dönüş Yasası” kimsenin eve dönmesine kapı aralayamamış bir “Pişmanlık Yasası”ndan başka bir şey değildi.
Görüldüğü gibi, çözüm tartıştığımızda hep aynı kısır döngünün içine yuvarlanıyoruz. Çünkü Türk devlet geleneğinde, bildiğim kadarıyla “pes etme” (günümüz için tercüme edersek “teröristle müzakere”) intibaı yaratacak herhangi bir örnek yok.
Peki bugün bu döngüyü kırma ihtimali var mı? Bence var. Daha önce de yazmış olduğum gibi, yine aynı tarihe baktığımızda, devletin en beklenmedik anlarda alabildiğine gerçekçi davranabildiğini, kendi içinden çıkan ayaklanmaların sorumlularını kolaylıkla affedebildiğini, hatta bazı durumlarda bunları mevcut sisteme dahil etmekten çekinmediğini görüyoruz. Prof. Metin Heper’in “Devlet ve Kürtler” kitabında bu konuda birçok örnek bulabiliriz.