Kılıçdaroğlu Washington’da icazet mi arıyor?
.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Washington ziyareti üzerine 1 Aralık günü tam 17 tweet attı. Bunlardan bazılarını aktarmak istiyorum: “Her fırsatta ‘anti-emperyalizm’ ve ‘AntiAmerika’ söylemlerini dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu son 1 aydır ABD ziyareti için çabaladı ve gitti... CHP, iktidara talip olduğunu, projelerini ve programını millete değil de ABD’ye anlatma ihtiyacını hissediyorsa icazet alıyordur... Bu ABD ziyareti, CHP’nin klasik ‘Türkiye’yi şikayet’ ziyaretlerinden değil Yahudi lobisi ve ‘Derin ABD’ ile işbirliği ziyaretlerindendir.”
Kapusuz da çok iyi biliyor ki, yakın bir zamana kadar, Kılıçdaroğlu’nun yerine Erdoğan, CHP yerine AKP yazılarak onun cümlelerinin tıpatıp aynısı karalamalar kendi liderine ve hareketine uygun görülüyordu. Kapusuz’un da içinde yer aldığı, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki “yenilikçi” hareket daha Milli Görüş hareketinden kopmamışken benzer suçlamalara maruz kalmış, AKP’nin kuruluşuyla birlikte bu tür yakıştırmaların dozu artmıştı. Öyle ki AKP’nin tek başına iktidar olmasını “Çünkü Washington böyle istedi” diye yorumlayanlar çok oldu; hatta onların büyük kısmı hâlâ böyle düşünüyor. Davos ve Mavi Marmara olaylarıyla birlikte AKP’ye yönelik Yahudi lobisiyle işbirliği yakıştırmaları bitmiş olabilir ama Büyük Orta Doğu Projesi’ndeki eş başkanlık, Kılıçdaroğlu dâhil muhalefetin hep dilinde.
Washington’un gücü
Türkiye’nin aslında ABD tarafından yönetildiğine, en azından Washington’dan icazet almayan siyasetçilerin iktidara gelme şansının bulunmadığına inanan insanlarımızın sayısı hayli yüksek. Bu nedenle herhangi bir siyasetçinin ABD ziyareti hemen “icazet” açısından ele alınıyor. Hatta CHP’nin yıllardır iktidara gel(e)memesini, liderlerinin ABD’ye gitmemesine bağlayanlar da var.
Washington’da 2.5 yıl gazetecilik yapmış biri olarak bu türden akıl yürütmelerin doğru olduğunu düşünmüyorum. Kuşkusuz Türkiyeli herhangi bir siyasetçinin, hem dünyanın en güçlü kutbu, hem de Türkiye’nin en önemli stratejik müttefiki olması nedeniyle ABD’yi yok sayması, ona cephe alması çok kolay değil. Lakin Washington’ın gücünü “istediğini iktidara getirir, istediğini iktidardan indirir” şeklinde abartmak yanlış olur. Kaldı ki Amerikan yönetiminin, gücünü büyük ölçüde, hakkındaki bu abartılı imajdan aldığını söyleyebiliriz.
Amerikan gücünün sınırları
ABD’nin Türkiye’deki siyasi hayata hep müdahil olduğu, bundan sonra da olmak isteyebileceği bir sır değil. Siyasetçilerimizin de bütün hesaplarını yaparken muhakkak Washington faktörünü akıllarında tuttukları, hatta en ön sıralara yerleştirdikleri de malum. Ama ortada şöyle sıkıntılı bir durum var: Türkiye’de Amerikan karşıtlığı dünya ortalamasının epey üstünde. Bununla birlikte, ABD’den hoşlanmayanların çoğu, onunla iyi geçinmeyen Türkiyeli siyasetçilerin fazla şansı olmadığını da düşünüyor. Dolayısıyla ülkemizde iktidarı hedefleyen bir siyaset yapmak isteyenler, kamuoyundaki Amerikan karşıtlığıyla Washington’un kaygı ve beklentileri arasında bir denge tutturmak zorunda.
Ki böyle bir dengeyi tutturmak imkânsıza yakın bir zorlukta. Örneğin temaslarında Kılıçdaroğlu’na değişik vesilelerle Erdoğan’a BOP eş başkanlığı üzerinden yönelttiği suçlamalar hatırlatılırsa herhâlde cevap vermekte zorlanacaktır. Tıpkı AKP’nin ilk yıllarında Erdoğan ve kurmaylarının daha önceki ABD ve İsrail aleyhine sözlerini açıklamakta zorlanmaları gibi.
Son olarak: Washington’un Türkiye’de (başka ülkelerde de herhâlde böyledir) her istediğini iktidara getirme gibi bir gücü yok. Ama iktidardaki bir gücü, kendi istediği çizgiye çekme, eğer gelmiyorsa, iktidarını ona bir tür zindan etme gücüne büyük ölçüde sahip. Bunu da daha çok, diğer iktidar alternatifleriyle ilişkilerini geliştirerek yapıyor.
Dolayısıyla ana muhalefet partisi liderine gösterilecek ilgiden çıkartılacak mesajların asıl muhatabının iktidar partisinin lideri, yani Başbakan Erdoğan olacağını ileri sürebiliriz.