Keşke hiç açılmasaydık
.
Adı üç kere değişen “Kürt açılımı”nın ilk ilan edilmesinden bu yana daha bir yıl olmadı fakat çoktan “keşke hiç açılmasaydık!” noktasında gelmiş durumdayız. En azından, benim gibi, başından beri, Kürt sorununun barışçı ve kalıcı bir çözümünü isteyen, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen bu açılım sürecinden sonuç alınabileceğine inanan; bu inancını korumak için epey gayret sarf eden biri bu noktaya gelmiş durumda.
Hâlâ umudumu korumaya çalışıyorum ancak önce neden hayal kırıklığı yaşadığımı birkaç olguyla izah etmeye çalışayım:
1) Terör, hız kazanarak, kaldığı yerden devam ediyor. PKK eylemlerini giderek daha fazla ülkenin batısına doğru kaydırıyor ve büyük şehirlerde, daha önce yaptığı türden “kör terör” eylemlerine yönelebileceği yolunda şantaj yapıyor. Bilindiği gibi örgüt uzun bir süre “eylemsizlik” kararı almıştı. Her ne kadar, kimi zaman merkezin onayı, kimi zaman da bilgisi dışındaki bombalı ve mayınlı saldırılarla ve pusularla sık sık delinmiş olsa da “eylemsizlik” dönemi ehven-i şerdi. Şimdi çok daha kötü günler bizleri bekliyor.
2) BDP’nin olup bitenlerden yakınma ve giderek kötüleşen durumdan tek sorumlu olarak devleti, hatta hükümeti gösterme dışında yaptığı pek bir şey yok. Bundan sonra da yapacağını, hatta yapabileceğini düşünmek saflık olur.
3) Abdullah Öcalan, devlet tarafından muhatap alınmamanın hıncını, devreden çıkarak ve böylece sıcak çatışma ortamının startını yeniden vererek almaya çalışıyor. Kürt siyasi hareketi onun karşısına ve yerine kimseyi çıkartamadığı için İmralı bir süredir süreçte hep “negatif” rol oynuyor.
4) Hükümet, Habur olayının doğurduğu krizin ardından, Başbakan Erdoğan’ın telaffuz ettiği şekliyle “sil baştan” yapıyor. Her ne kadar bazı kesimlerle peş peşe “açılım buluşmaları” gerçekleştirilse de ne PKK’nın silahsızlandırılması, ne de Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir adım atılmıyor; seçimlere kadar da atılacağa benzemiyor. Hükümet o kadar frene basmış durumda ki muhalefet partileri bile “açılım eleştirileri”ni büyük ölçüde azaltmış durumdalar.
Operasyonlar ve davalar
Sonuçta kısa süren bir genel hareketliliğin ardından sorunun çözümünü yine güvenlik güçleri ve adliyeye havale etmiş durumdayız. Güneydoğu’da askeri operasyonlar yoğunlaşarak sürüyor; Kuzey Irak’a düzenli olarak hava saldırıları düzenleniyor; hatta her an yeniden bir kara operasyonuna tanık olabiliriz. Şehirlerdeyse polis hiç boş durmuyor. KCK operasyonları adı altında yurdun dört bir yanında, hemen hepsi yasal siyasi alanda faaliyet gösteren, bir bölümü halkın oylarıyla belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliklerine seçilmiş çok sayıda kişi gözaltına alınıyor; plastik kelepçelerle götürüldükleri adliyede çoğu tutuklanıyor ve haklarında, binlerce sayfalık iddianamelerle çok ağır cezalar isteniyor.
Bu arada açılımın ilk ayağını yerine getirmek için Mahmur ve Kandil’den ülkeye dönüş yapan 34 kişinin “örgüt üyeliği” suçlamasıyla yargılanmasına bu Perşembe günü Diyarbakır’da başlanıyor.
Benim gazetem de dahil medya, bu operasyonların ve davaların aslını astarını pek kurculamadan, Kürt sorununun çözümüne yarar mı zarar mı getireceğini sorgulamadan, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi tek yanlı manşetler döşeniyor. Bu arada bazı meslektaşlarımız hakkında sırf bazı PKK yöneticisi ve üyeleriyle konuştukları için davalar açılıyor, İrfan Aktan gibi bazıları mahkum ediliyor. Bu konudaki haberlerse nedense hep geri plana itiliyor.
Başladığımız yerden daha kötü bir noktaya gelmek üzereyiz. Ve kötü gidişatı durdurabilecek herhangi bir güç, odak veya kişi ufukta gözükmüyor.