İslamcılar ve demokrasi: Dünü unutarak bugünü yaşamak mümkün değil
.
Hafızasız bir toplum olduğumuz malum. Fakat söz konusu olan bu ülkenin demokratikleşmesiyse siyasi tarihimizi olabildiğince hatırlamalı ve bugün, esas olarak da yarın için dünden dersler çıkarmalıyız. Çünkü “dün dündür, bugün bugündür” çizgisi bizi hiçbir yere getirmez.
Bu girişin ardından dün tartıştığımız, Türkiye’nin Sünni muhafazakârlarının demokrasiyle ilişkisi konusuna kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bir kez daha altını çizmek istiyorum: Dün demokrasi karşıtı pozisyon almış diye bir kişi ya da grubun ilelebet buna mahkum olduğunu; dünün demokrasi şampiyonlarının da bir daha asla otoriter ya da totaliter bir çizgiye kaymayacaklarını savunuyor değilim. Evet değişim mümkündür ve olmaktadır. Özellikle demokrasiye bakış konusunda ülkemiz son yıllarda müthiş bir altüst oluş yaşamaktadır, fakat kimsenin de bu değişimler hiç yaşanmamış gibi davranmaya da hakları yoktur.
12 Eylül günleri
Dünkü yazımda İslami çevrelerin bugü askeri darbelere nasıl baktıkları konusunda 12 Eylül 1980 örneğini vermiştim. Bunu biraz daha açmaya çalışayım: 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra cezaevine girdim ve 18 ay tutuklu kaldım. İçerde çok az İslamcıyla karşılaştım. Çıktıktan yaklaşık üç yıl sonraysa gazeteciliğe ve İslami hareketler üzerine çalışmaya başladım. Ve Kenan Evren ve arkadaşlarının o kadar “irticaya karşı mücadele” nutukları atmış olmalarına rağmen birçok İslami cemaat ve kişiyle gizli ya da yarı açık pazarlıklar yürütmüş olduklarını duydum, öğrendim.
İslami hareketin 1980 ortalarında başlayan yükselişin askeri cunta rejimi sayesinde olduğuna inananlardan değilim, bana göre bu yükselişin temelinde birçok siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel faktör rol oynadı. Bununla birlikte sol ve milliyetçi sağı ezmek için bütün güçlerini kullanan cuntacıların bir şekilde “ılımlı” gördükleri bazı İslami cemaatleri kollamış, onların önlerini açmış olmaları da bir gerçektir.
12 Eylül’den 28 Şubat 1997’deki post-modern darbe sürecine atlayacak olursak, o zaman da İslami cemaatlerin demokrasi için cansiperane savaştıklarına tanık olmadık. Hemen hemen tümü 28 Şubat’ta çok sert darbeler yemiş olmalarına rağmen büyük çoğunluğu direnmek yerine askerle işbirliği yapmanın yollarını aradı.
Asker yeniden güçlenirse
Bugüne gelecek olursak: Şu anda TSK’nın gücünün her geçen gün daha da azaldığı bir gerçek. Buna paralel olarak da muhafazakâr çevreler, eskiden ağızlarına almak istemedikleri birçok kavram ve değerin savunucusu olmaya başladılar. Bu kuşkusuz kötü bir durum değil fakat ortada ciddi bir samimiyet sorunu olduğu da ortada. Bu sorunun aşılmasının önde gelen yollarından biri de 12 Eylül ve 28 Şubat gibi darbeleri hücum ederken, o sırada kendilerinin neyi neden yaptıklarını da açıklamalı ve özeleştiri yapmalıdırlar. Aksi takdirde, askerin yeniden güç kazanması halinde demokrasi savunuculuğundan yeniden vazgeçmeyeceklerine çoğu kişiyi inandıramazlar.