Hükümet-cemaat kavgası ve Gül
.
Hükümetle Gülen cemaati arasında sorunlar çıkıp yolların ayrışmaya başlamasıyla birlikte, içeride ve dışarıda, yaşananları bir şekilde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile irtibatlandıran spekülasyonların arttığını biliyoruz. Öyle ki Gülün hükümetten çok cemaate yakın olduğunu, hatta onunla birlikte hareket ettiğini ileri sürenler de oluyor. Bu spekülasyonların ardında şu türden akıl yürütmeler var:
* Başbakan Erdoğan ile sessiz bir rekabet içinde olan Cumhurbaşkanı Gül’ün cemaatin desteğine ihtiyacı var;
* AKP’den ziyade Erdoğan ile sorun yaşayan cemaatin önünde siyasi olarak fazla seçenek yok. Bu nedenle Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasından sonra partinin ve hükümetin başına Gül’ün geçmesi için yatırım yapıyor.
Nurculukla ilgisi yok
Bunlar çok yaygın, ama aynı ölçüde basit, üstünkörü akıl yürütmeler. Bu argümanları tekrar tekrar gündeme getirenler birçok gerçeğin anlaşılmasını engelliyor, üstünün örtülmesine, çarpıtılmasına neden oluyorlar. Örneğin Gül ile Erdoğan arasındaki rekabetin kaderini üçüncü güçlerin (burada Gülen cemaatinin) belirleme, hatta etkileme şansının yüksek olduğunu düşünmek bu ikili arasındaki ilişkileri anlayamamak anlamına gelir. Gül ile Erdoğan’ın, aralarındaki sorunların çözümüne, cemaat gibi denetlemeleri imkânsız ve kendi bağımsız gündemi olan küreselleşmiş bir gücü katmaya razı olmaları inandırıcı olmaz.
Şurası bir gerçek: Gül bugüne kadar cemaat ile bariz bir çekişme içinde olmadı. Son dershane krizinde de görüldüğü gibi, kritik birçok konuda Başbakan’dan farklı tutumlar almaktan çekinmedi ve bu nedenle genellikle cemaatin takdirini kazandı. Ancak bu olgudan hareketle, özellikle yurt dışında Gül’ün “cemaatçi” gibi görülüp gösterilmesi gülünç. Çünkü genç yaşta Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” adı verilen çizgisini takip eden Gül, Milli Görüş hareketine de hep yakın durdu. Nitekim 1991’de, 41 yaşında Refah Partisi’nden milletvekili seçilmesinin hemen ardından bu hareketin üst düzeyinde görevler üstlendi. Diğer bir deyişle Nurculukla da, onun Fethullah Gülen tarafından geliştirilen yorumuyla da organik bir ilişkisi olmadı.
MİT Krizi
Gül’ü Gülen hareketiyle irtibatlandırmaya çalışanlar, hükümetle cemaat arasında, Mavi Marmara’dan sonraki en ciddi kırılma olan MİT krizini bilerek ya da bilmeyerek göz ardı ediyorlar. Çünkü özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya’nın diğer eski ve görevdeki MİT mensuplarıyla birlikte ifadesini almak istediği Müsteşar Hakan Fidan’a sadece Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu değil Cumhurbaşkanı Gül de hep sahip çıktı, çıkıyor. Zaten savcının soruşturmaya kalktığı demokratik açılım ve Oslo gibi süreçlerin Çankaya’dan habersiz ve bağımsız yürütülmesi de herhâlde söz konusu değildir.
Dolayısıyla, Gül ile cemaat arasındaki ilişkiler üzerine kafa yoranların, 7 Şubat 2012 gününden bu yana MİT krizi konusunda kamuoyunu ve daha önemlisi, ülkeyi yönetenleri tatmin edecek herhangi bir açıklamanın yapılmamış olmasını; Başbakan Erdoğan’ın geçen haftaki canlı yayında değindiği gibi “sorumluluk makamındakilerin fitnecileri ayıklama” yoluna gitmemelerini de hesaba katmaları gerekir.
Dershanelerden ibaret olsaydı...
Daha işler bu noktaya gelmeden önce “Mesele sadece dershaneler değil” (http://www.rusencakir.com/Mesele-sadece-dershaneler-degil/2132) demiştik. Geçen süre zarfında cemaatin tartışmayı eğitim alanına taşıma çabalarına karşılık hükümetten (Başbakan’dan) “kararlıyız, dershaneleri dönüştüreceğiz”den başka bir açıklama duymadık. Çünkü sorun çoktan dershaneleri aştı. Eğer aşmamış olsaydı belki Gül, Cumhurbaşkanı olarak bir “ara formül” için uğraşabilirdi. Şu hâliyle olaya müdahalesi onun “siyasetüstü” konumunu riske atması anlamına gelir.
Sonuç olarak Gül, Başbakan Erdoğan’a göre Gülen cemaatine daha yakın görünüyor olabilir ama Başbakan’a karşı cemaat ile birlikte hareket ettiği önermesinin hiçbir şekilde doğru olduğunu düşünmüyorum.