Hükümet bu facianın üstünü örtmeye çalışmaz, çalışamaz
.
2011 Türkiye için birçok açıdan kâbus gibi bir yıl oldu. İlk aklımıza gelenleri sayalım: Kürt sorununda yaşanan ve adım adım tırmanan sertleşme; ifade ve basın özgürlüğüne yönelik aleni ihlaller; Van depremi...
Böylesine berbat bir yılın, Şırnak Uludere’den en az 35 köylünün, PKK’lı oldukları zannedilerek savaş uçakları tarafından öldürülmesiyle kapanıyor olması üzücü ama hiç de şaşırtıcı değil. Bu feci olayın saşırtıcı olmamasının tek nedeni 2011’de yaşanmış olması değil hiç kuşkusuz. Özellikle genel seçimlerin ardından hükümetin Kürt sorununda “açılım” çizgisinden uzaklaşıp PKK liderliğindeki Kürt siyasi hareketini kentlerde kitlesel tutuklamalar, kırsal kesimdeyse yoğun operasyonlarla etkisiz hale getirme stratejisine yönelmesinin (daha doğrusu kendisinden önceki nice hükümetin izlemiş olduğu çizgiyi benimsemesinin) böylesi bir kazaya yol açması aslında son derece doğal.
Bu feci olayın hemen öncesini hatırlayalım: Birçok üst düzey hükümet yetkilisi, bürokrat ve bu sertlik politikasının sivil akıl hocaları ve destekçileri peş peşe açıklamalar yapıyor ve nihayet PKK hareketinin köşeye sıkıştırılmak üzere olduğunu müjdeliyorlardı. Onlara göre bu stratejinin başarılı olmasının bir nedeni son derece gelişmiş teknolojik imkanların devreye sokulmasıysa (örneğin “Heronlar buluyor, jetler vuruyor” şeklinde güzellemeler okuyorduk), bir diğeri de PKK ile mücadele edilirken sivillerin kesinlikle kapsam dışında bırakılmasıydı. Nitekim PKK’nın son baskınının hemen ardından gittiğimiz Hakkari Çukurca’da PKK ile halkı ayırma stratejisinin başarıyla uygulandığını görmüş ve yazmıştık. Ancak tanık olduğumuz facia, en ileri teknolojilerde bile son derece yüksek hata payları olduğunu bizlere acı bir şekilde gösterdi.
İki senaryo
Artık bu olayın ardından Kürt sorununu askeri yöntemlerle çözme iddiasındakilerin sesleri en azından bir süre için kısılacaktır. Peki sonra ne olur? İki senaryo karşımıza çıkıyor.
İyimser senaryoyu şöyle özetleyebiliriz: Şahinlerin sessiz kalacağı dönemde devlet içindeki güvercinlerin sesi daha gür çıkar ve PKK da yangına körükle gitmeyerek, ortamın yeniden ılımlılaşmasına katkıda bulunur.
Kötümser senaryodaysa, bu olay kısa süre içinde unutulur; gerçek sorumlular yerine meçhul komplocular suçlanır ve sertlik politikaları kaldığı yerden devam eder. Tabii PKK da elinden geleni ardına koymayarak bu sertleşmenin iyice tırmanmasına yardımcı olur...
Bu noktada iki kişisel görüşümü belirtmek istiyorum:
1) Yaşanan facia, bilerek değil kazayla yaşandı. Ama kaza olması sorumluların günahlarını azaltmıyor, tam tersine artırıyor. Buna ek olarak doğrudan bu sürece dahlleri olmasa da, bu askeri stratejileri kotaran kişilerin de sorumlular arasına katılmasına neden oluyor.
2) AKP hükümeti bu olayın üstünü örtmeye çalışmayacaktır. Eğer örtmek isterse İsrail, Suriye gibi ülkelerin rejimlerine yönelik eleştirileri havada kalır; kışladan Muğlalı adının çıkarılması, Dersim katliamıyla yüzleşme gibi iddialı adımlar anlamını yitirir.
Bu trajik olayda yaşamlarını yitiren kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Umarım bu olay, iyice kırılganlaşmış olan barış içinde birarada yaşama irademize olumsuz değil, tam tersine olumlu anlamda katkıda bulunur.
Son bir not: Böylesi bir günde vatandaşları yaşananlardan haberdar etmeme konusunda olağanüstü bir beceri sergileyen “haber kanalları”nın günahlarına ortak olmadığım için son derece memnunum. Gerçekten her işte bir hayır varmış!
Yalçın Küçük şov
Dün Odatv Davası’nda savunmalara bir numaralı sanık Prof. Yalçın Küçük ile başlandı. Prof. Küçük, birkaç çantaya zor bela sığdırdığı kitapları, dosyaları ve kupürleriyle kelimenin gerçek anlamıyla bir “tek kişilik şov” sergiledi. İddianamenin zayıf noktalarını (ki hayli çoklar!) lime lime etme iddiasındaki Prof. Küçük’ün her vesileyle kendisinden söz ettiğini, siyaset kadar magazin dünyasına da girdiğini gördük.
Prof. Küçük’ü uzun yıllardır bilir ve kısmen tanırım. Açıkçası kendisinden daha güçlü bir savunma beklerdim. Haksızlık da etmek istemem zira çok fazla dayanamayıp öğle tatilinde duruşma salonunu terk ettim, belki benden sonra açılmıştır. Hatta belki de izlediğim kadarıyla onun derinliğine vakıf olamamışımdır.
Her neyse sonuçta bu davadan bazı sanıkların 2012’ye sevdikleriyle birlikte özgür bir şekilde gireceklerine dair umutlarımız suya düşmüş oldu. Umarım savunmalar bir an önce sonlanır ve mahkeme adlatesiz tutuklamaları sonlandırır.