Hilafet ilanını hafife almanın muhtemel zararları
.
23 Şubat 1998 günü, Londra’da Arapça yayımlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde Şeyh Usame bin Muhammed bin Ladin, Mısır Cihad örgütü lideri Ayman el Zevahiri, Mısır İslami Cemaat örgütü lideri Ebu Yasir Rifa’i Ahmed Taha, Pakistan Cemiyet-ül Ulema yöneticisi Şeyh Mir Hamza ve Bangladeş Cihad Hareketi lideri Fazlul Rahman’ın, “Dünya İslâm Cephesi” adı altında kaleme almış oldukları fetva yayımlandı ve şöyle denildi:
“El Aksa Camii ve Mekke’yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslâm topraklarından söküp atmak için, -ister sivil, ister asker olsunlar- Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır.
Biz Allah’ın rızasıyla, Allah’a inanan ve onun tarafından ödüllendirilmek isteyen her Müslümanı, ele geçirdikleri her yerde ve her zaman Amerikalıları öldürmeye ve paralarına el koymaya çağırıyoruz. Aynı zamanda Müslüman alimleri, liderleri, gençleri ve askerleri, ABD şeytanının ordularına ve şeytanın işbirlikçilerine saldırılar düzenlemeye; bunların arkalarındaki güçleri ortaya çıkarmaya ve onlara unutamayacakları bir ders vermeye çağırıyoruz.”
Rolex muhabbeti
Çok kişi bu tehdidi ciddiye almadı, “ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar” diye düşündü. Ama çok kötü yanıldılar. Çünkü o fetvayı verenler sahiden ateş oldular ve cürümlerinin çok ama çok ötesinde yer yaktılar. El Kaide’nin o fetvadan bu yana dünyanın dört bir tarafında neler yaptığının listesini çıkartmaya gerek yok, tek başına 11 Eylül 2001 saldırıları bile olayın ciddiyetini göstermeye yeterli.
Bu hatırlatmaya ihtiyaç duymamın nedeni, hemen yanıbaşımızda ilan edilen “İslam Devleti” ve “Hilafet” konusunda yaşanan umursamazlık. Yine bir sürü komplo teorisinin ya da Ebubekir Bağdadi/”Halife” İbrahim’in (ki bir iddiaya göre Musul’da Cuma hutbesini veren kişi onun atadığı Musul Valisi Ebubekir Hatuni’ymiş) kolundaki Rolex saatinin muhabbeti yapılarak işin özü atlanıyor, daha doğrusu atlanmak isteniyor.
Yerel isyanlara küresel aşı
Peki işin özü nedir? İşin özüne bakacak olursak birkaç olgunun içiçe geçmiş olduğunu görüyoruz. Bunları kronolojik olarak sıralamaya çalışalım:
1) Irak ve Suriye’deki Sünni Araplar kendilerini dışlanmış, dahası mazlum olarak görüyor ve ülkelerindeki yönetimleri devirmek istiyorlar.
2) Onların bu isyanları, kimi bölgesel ve küresel güçler tarafından, farklı stratejik hesaplarla destekleniyor.
3) Kısa süre içinde tıkanan bu kendiliğinden isyanlar hemen El Kaide ve türevi İslamcı yapılanmaların kontrolü altına girdi.
4) Bu isyanların bölgesel ve küresel sponsorları da bu durumdan çok fazla rahatsız olmadılar.
5) İsyanların sadece yerel unsurlarla başarıya ulaşması mümkün olmadığı için dünyanın dört bir tarafından gönüllüler uluslarötesi şebekeler aracılığıyla Irak ve Suriye’ye taşındı.
6) Böylece bu yerel isyanlara ciddi bir küresel aşı yapılmış oldu ve bunun sonucunda IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) örneğinde görüldüğü gibi yeni tür bölgesel yapılanmalar ortaya çıktı.
7) Son derece karmaşık bu jeostratejik ortamda IŞİD devlet kurduğunu ilan edip liderlerini de halife olarak sunabildi.
Bu olayın burda kalmayacağı ve bölgeyi, dolayısıyla zaten bir şekilde bu işlere bulaşmış olan Türkiye’yi daha fazla istikrarsızlaştıracağı açıktır. IŞİD, yeni adıyla İD’in (İslam Devleti) kalıcı olamayacağı kesin ama onun tüm bölgeye taşımış olduğu katı, acımasız İslam yorumunun, mezhep çatışmasının, vahşetin kalıcı olacağı da muhakkak.
Kısacası durumu şöyle özetleyebiliriz: İD’in var kalabilmesi çok zor, ama onun tam anlamıyla yok edilmesi çok daha zor. O yok edilemediği müddetçe bölgede (dolayısıyla Türkiye’de) istikrara kavuşmak da imkansız olacaktır.