Hesap vermeden hesap sormak
.
Taraf Gazetesi günlerdir peş peşe belgeler yayınlıyor. Hakkında üç ayrı suç duyurusu yapılan, Başbakan Erdoğan tarafından “vatana ihanet” olarak yaftalanan bu yayınların Fethullah Gülen cemaati dışındaki kesimler tarafından fazla önemsenmemesinin ya da önemsenmiyormuş gibi yapılmasının herhalde önde gelen nedeni siyasi iktidardan çekinme/korkma olsa gerek. Kaldı ki Türkiye’de, hükümetin ve cemaatin etki alanları dışında ciddi bir medya varlığından söz etmek de mümkün değil.
Özeleştiri zorunluluğu
Ancak bir başka olguyu da hesaba katmamız gerekiyor: Bugün, başta basın özgürlüğü olmak üzere temel hak ve hürriyetler konusunda cüretkâr ve haklı çıkışlar yapan Gülen cemaatinin, aynı konulardaki sicili pek de parlak değil. Bu konuya 24 Ekim tarihli yazımda (
Ahmet-Nedim olayı
Bu çağrımdan muhataplarımın çoğunun haberdar olduğunu biliyorum ve özeleştiri konusunda herhangi bir ciddi adım atmadıklarını da görüyorum. Kendilerine hatırlatma babında Ahmet Şık’ın @sahmetsahmet twitter hesabından 5 Aralık günü verdiği, tümü Zaman Gazetesi’nde çıkan 13 haber ve analiz bağlantısına göz atmalarını öneririm, ki Ahmet’in de belirttiği gibi bunlardan daha çok var. Üstelik bunlar “en yumuşak”ları sayılabilir.
Temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda “dün dündür, bugün bugün” mantığının geçerli olabileceğine inanmıyorum. Benzer bir şekilde, dünkü “Artık dokunabilirsiniz arkadaşlar!” başlıklı yazıma cemaat çevrelerinden gelen (muhtemelen bu yazıya da gelecek olan) “kin” yakıştırmasının doğru olduğunu da düşünmüyorum. Tam tersine, esas “kin”e, arkadaşlarımızın, medya-polis-özel yetkili mahkemeler üçgeninde acımasızca mağdur edildikleri sırada tanık olduk.Benim ve benim gibilerin yapmak istediği, en fazla hafıza tazelemek ve yaşanan mağduriyetlerin olabildiğince telafisini sağlamaya çalışmaktan ibarettir. Yoksa hükümet ile cemaat arasındaki, gün geçtikçe tırmanan kavganın herhangi bir şekilde içinde yer almak gibi bir derdim yok, olmayacak da.
Gülen cemaati içinde genç ve orta yaşlı kesimde özgürlükçü, demokratik ve sivil damarın bazılarını şaşırtacak ölçüde güçlü olduğunu gözleyen biriyim. Beklentim, dershane kriziyle birlikte tamamen değişen Türkiye atmosferinde bu yaklaşımın öne çıkması ve cemaati, ülkedeki genel demokratikleşme mücadelesine taşımaları. Bunu yapmayıp, esas olarak Türkiye’de ve dünyada giderek yükselen Tayyip Erdoğan antipatisine güvenerek, bu süreci demokrasi değil de iktidar mücadelesi olarak görerek ve yakın geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranarak gidilebilecek fazla bir yol yok.