Hem hükümet, hem asker sorumlu
.
Aktütün saldırısından dolayı herkes “çok üzgün”. Ancak bu saldırı, toplumu bütünleştirmek yerine zaten varolan toplumsal gerginlik ve kamplaşmaların daha da derinleşmesine yol açacağa benziyor. Zira Türkiye toplumu, Türk’ü Kürt’ü, sağcısı solcusu, AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi, DTP’lisi, hep birlikte bu olaydan ortak bir ders çıkarıp yılların kanayan yarasını kapamaya çalışacak yerde bunu deşmekle meşgul. Kimileri sorumluluğun tümünü hükümete, kimileriyse askere yüklemeye çalışıyor. Halbuki, Dağlıca saldırısından sonra, özellikle Org. Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte hükümetle ordu arasında bu konudaki pürüzlerin büyük ölçüde giderildiğini ve iyi bir eşgüdümün sağlandığını söyleyebiliriz. Bazılarının ileri sürdüğü gibi ne hükümet sorunun çözümünü tamamen askere havale etmiş, ne de TSK eli kolu hükümet tarafından bağlanmış durumda. Dolayısıyla Aktütün’e bir yıl içinde ikinci kez saldırılmış olmasının hesabını sadece askere yüklemek haksızlık olur hükümeti de işin içine dahil etmek şart. Benzer bir şekilde askerin her yaptığının doğru, hükümetinse yanlış olduğunu söylemenin de hiç bir inandırıcılığı yok.
Aktütün karakolunun yeri, daha önce de buraya defalarca saldırılmış olması, görev başındaki kuvvetlerin eğitimi gibi muhakkak önemli tartışmaları, askeri konulardan pek anlamadığım için bir kenara koymak ve olayın siyasi-stratejik boyutlarını ele almak istiyorum.
Org. Başbuğ’un açılımları
Önce TSK’dan başlayalım. Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla terörle mücadelede yepyeni bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Zira Org. Başbuğ bölgeyi ve sorunu çok iyi bilen, entelektüel yönü hayli kuvvetli ve gerçekçi bir komutan. Ayrıca “Esas olarak dağa çıkışları engellemek lazım” diyerek sorunu sadece bir güvenlik olayı olarak görmüyor ve işin içine mutlaka sivil toplumun da katılması gerektiğine inanıyor. Bu bakımdan onun Güneydoğu gezisi, oradaki temasları ve orada verdiği mesajlar çok dikkat çekiciydi.
Org. Başbuğ’un yeni açılımını çok önemseyen biri olarak birçok kez, onun yaklaşımının belkemiğini oluşturan “PKK kırılma noktasında” önermesini eleştirdim. Bu önermenin giderek tüm devlet kurumları tarafından benimsenmesinin doğurabileceği risklerin altını çizmeye çalıştım. 9 Eylül’de kaleme aldığım “PKK’nın direnç noktası” başlıklı yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum:
“Yıllardır, bölge halkının bir kısmının ‘korktuğu’ için örgüte destek verdiğini söyler ve buna ciddi ciddi inanırız. Ancak bizim bu inanışımız, örgütün korkutucu gücünden mahrum olduğu zamanlarda bile belli bir toplumsal tabana sahip olabilmesinin nedenini açıklayamaz. (...) PKK hâlâ etkili olabiliyorsa, birilerinin ilan ettiği gibi 2008’de yok olacağına dair ortada pek bir işaret bulunmuyorsa, bunun temel nedeni, örgütün bu ülke topraklarında ve bu ülke vatandaşları arasında şu ya da bu şekilde kök salmış olmasıdır.”
Üç gün sonraysa, PKK’nın terör eylemlerini her alanda tırmandırma yolunda hazırlıklar yaptığının altını çizdiğim bir başka yazıda, 11 Eylül günü yoplanan terör zirvesinden çıkan kısa bildiriden, devletin PKK’nın “direnç noktası”nı tam kavramadığı veya kavramak istemediği sonucuna vardığımı belirtip “Dolayısıyla bu yaklaşımla geliştirilecek stratejilerin çözümü getirmesinin zor olduğu kanısındayım” demiştim.
Dün Genelkurmay’da düzenlenen basını bilgilendirme toplantısında, PKK’nın kırılma noktasında olduğu tekrarlanıp, örgütün bu saldırıyı yok olmadığını kanıtlamak için yaptığı ve amacına ulaşamadığı söylendi. Sözü fazla uzatmak istemiyorum: Bu açıklama beni tatmin etmedi. Genelkurmay’ın “kırılma noktası” önermesinde psikolojik nedenlerle ısrar ettiğine inanmak istiyorum. Veya bu tartışmadaa haksız çıkmayı diliyorum.
Hükümetin susukunluğu
Hükümete gelince: Org. Başbuğ ile Genelkurmay iyi-kötü bir arayış içinde, ancak GAP Eylem Planı çıkışı dışında AKP’nin çok uzun bir süredir konuya elini bile sürmek istemediğini görüyoruz. Tabii bir de Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır (ve ek olarak Batman) belediye başkanlıklarını kazanma inadı var. AKP Lideri, her vesileyle dile getirdiği bu özleminin gerginlikleri daha da artırdığının farkında olmayabilir mi? Tabii daha çarpıcı bir başka soru: Diyarbakır, Batman ve hatta Tunceli’yi AKP kazanacak olursa Türkiye’nin Kürt sorunu sona mı erecek? Askerin Kürt sorunu konusuna siyasi olarak müdahil olmasından -haklı bir şekilde- rahatsız olanlar, aynı sertlikte, hükümeti de bu sorunu halı altına süpürdüğü için eleştirmeliler.
Dün “Aktütün, Dağlıca’dan daha kritik bir saldırı” demiş ve dört temel siyasi tespit yapmıştım. Bugün bunlara bir yenisini eklemek istiyorum: Dağlıca’dan sonra kara harekâtı beklentisi vardı. Bir kere Kuzey Irak’a girildi mi PKK’nın biteceğine inananlar veya inanmak isteyenler pek çoktu. Bugünse “Haydi Irak’a girelim” diyen pek yok. Diyenler de “Girelim ve uzun süre çıkmayalım” gibi hayli maceracı önerilerle geliyorlar. Demek istediğim “aynı lafları dinlemekten bıktık”, “artık yeter”, “sabrımız taştı” diye feryat edenlerin “Peki ne yapmak lazım?” sorusuna verebilecek ciddi cevapları yok. İşte Türkiye’nin esas sorunu bu tıkanıklıktan kaynaklanıyor.