Hayati ve verimli bir tartışma
.
Türkiye’de son derece hayati ve verimli bir tartışma son hız devam ediyor. Öncelikle belirtmeliyim ki bu tartışmanın Vatan Gazetesi’nde başlatılıp esas olarak da oradan sürdürülmesi, hem bu gazeteye emek veren bizler, hem de ona sahip çıkan siz okurlar için bir kıvanç vesilesidir. Sanmıyorum ki Türk basınında bir başka gazete bu cesaretle ve çoğulcu perspektifte böylesi bir tartışmayı üstlenebilsin. Maalesef Türk medyasının çoğu, böylesine kritik ve hassas bir dönemde ya bu hayati tartışmayı görmezden geliyor (veya hafifçe geçiştiriyor) ya da tamamen kutupların birine sırtını verip diğerini karşısına alarak alenen taraf tutuyor. Sahip değiştirmesinin söz konusu olduğu bu dönemde, dilerim eğer gazete el değiştirirse, yeni sahipleri, umarım, bu cesaret ile “tarafsızlık” demeyelim de “çoktaraflılık”ı Vatan’ın alamet-i farikası ve dolayısıyla en büyük sermayesi olarak görüp ona halel getirmezler.
Erdoğan’ın cevapları
Evet hayati ve verimli bir tartışmadan söz ediyorum. Dün Başbakan Erdoğan’ın TBMM Grup konuşmasını izlerken bu görüşüm iyice pekişti. Şöyle ki Erdoğan’ın konuşmasının en can alıcı bölümleri, bu tartışmanın temel argümanlarına, yani “sivil vesayet”, “tek parti ve tek adam rejimleri” cevap vermeye hasredilmişti. “Sivil faşizm” tanımlamasının, öteden beri ulusalcı hareket tarafından dile getirildiğini biliyoruz ve her iki taraftan birileri çok uğraşsa da bu tabir içinden geçtiğimiz tartışmada hayli sırıtıyor.
Erdoğan doğal olarak eleştirilere çok sert bir şekilde karşı çıktı ve Türkiye’nin rotasının sadece ve sadece demokrasi olduğunun altını kalınca çizdi. Sırf Erdoğan’ın demokrasiye bağlılığını kamuoyu karşısında bir kez daha beyan etmek durumunda kalmasına yol açtığı için bu tartışmanın verimli olduğunu söyleyebiliriz. Yani, eninde sonunda tartışılan Türkiye’nin ne ölçüde demokratikleştiğidir ve tartışmanın ana aktörleri demokrasiyi ana hedef olarak belirlemede birleşmektedirler.
Fakat tartışmanın tadını, her iki uçta yer alan “sahte demokratlar” kaçırıyor. Asıl amaçları üzüm yemek değil de bağcı dövmek olan her iki kanadın “şahin”leri, süren tartışmanın ülke demokrasisine ne derece katkısı olacağından ziyade, karşı taraftan kimleri, nasıl ve ne derece zor durumda bırakacağıyla ilgililer. Bunların bazıları yeni tanıştıkları iktidarın kibiriyle böyle hareket ederken, karşı taraftakiler de geleneksel iktidarlarını kaybetmenin öfkesiyle alabildiğine saldırganlaşabiliyorlar. Tabii bir de “her devrin insanları” var. Bunlar dün, “laiklik”, “çağdaşlık” vb. değerler adına, günümüzde iktidar olan kadroların önemli bir bölümüne yaşam hakkı tanımamak için ellerinden geleni yapmışlardı ve en temel argümanları “demokrasi, onu ortadan kaldırmak isteyenlerin ellerine teslim edilemez” di. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi, yine iktidarın yanında, yalınkılıç mücadele ediyorlar.
Herkes demokrat olabilir
Süregelen tartışmada beni en çok rahatsız eden noktalardan biri, iktidar partisini eleştiren bazı kişilerin, Erdoğan ve arkadaşlarının Milli Görüş kökenlerine aşırı vurgu yapmaları. Kuşkusuz Milli Görüş hareketinin demokrasiyle çok ciddi sorunları vardı, fakat bu geçmişi insanların kendileriyle birlikte mezara götüreceklerini ileri sürmek fazlasıyla haksızlık olur. Bugün ülkemizde (aslında birçok ülkede de benzer bir durum var) demokrasi konusunda “en liberal” bilinen pozisyonu alan aydınlara bakacak olursak, bunların önemli bir bölümünün günümüzde anladığımız anlamıyla demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan, hatta ona düşman siyasi hareketlerden geldiklerini görürüz. Örnek çok ama bana göre en çarpıcılarından birinin, Türk solunun ve işçi hareketinin kötürüm kalmasında çok kritik bir rol oynamış bulunan Türkiye Komünist Partisi’nin uzun yıllar genel sekreterliğini yapmış olan Nabi Yağcı olduğunu düşünüyorum. Keşke Yağcı (örgüt adıyla Haydar Kutlu) bugünkü liberalliğinin bir kısmını o tarihte TKP ve sola taşımış olsaydı.
Yağcı’ya haksızlık etmek istemem. O Milli Görüşçüler’in asla demokrat olmayacaklarına inananlardan değil. Hatta AKP’nin demokrasi konusundaki adımlarının defolarını geri plana ittiğine düşünenler arasında yer alıyor. Evet son dönemde, genellikle sol kökenli bazı aydınlar, iktidarın sivilleşme yolunda attığı adımların öncelikli olduğunu, demokrasi konusundaki hata ve eksiklerin ön plana çıkarılmasının yanlış ve tehlikeli olduğunu savunuyorlar ki bu tartışmayı yarına erteleyelim.