Hava kurşun gibi ağır
.
Dün sabah saatlerimde kafamda Kürt sorununun gidişatı üzerine yeni bir yazı şekillendirmişti. Bu yazının hareket noktası, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun, “Altıncı Yılında Kürt Açılımı” başlıklı yazı dizimiz kapsamında yaptığımız mülakatta dile getirdiği ve başlığa çıkarttığımız “Her ne kadar hava kurşun gibi ağır görünse de bugün barışa daha yakınız” tespiti olacaktı. Çünkü ben de Mustafa gibi düşünüyorum. Neden böyle düşündüğümü açıklamadan önce onun söz konusu tespitini nasıl gerekçelendirmiş olduğunu hatırlayalım. Şöyle demişti Karaalioğlu: “Türkiye barışı ve çözümü bulabilmek için muhakkak surette o süreçleri geçirmek zorundaydı ve geçirdi. Herkesin eli göründü. Kimin nereye kadar gideceği de, gerçekte kimin çözüm isteyip istemediği ve tarafların nasıl bir belgeye çözüm diyeceği de büyük ölçüde anlaşıldı. Bu, çözüm için en önemli adımdır. Taraflardan biri çözüme her şartta karşıyken öteki tarafın niyetini anlamak zordu. Şimdi kimsenin kimseyi kandıramayacağı bir seviyeye ulaşmış bulunuyoruz. Artık barış ve çözüm için söylenecek her söz daha gerçektir. Retorik dönemi bitmiştir.”
Ben de, özellikle hükümetin Kürt açılımına start vermesiyle yaşanan onca gelişmeden sonra gidişin barış ve çözüme doğru olduğuna inanıyorum. Her ne kadar, değişik vesilelerle “sil baştan” yapılması ihtimali söz konusu olsa da Türkiye’nin artık bu rotadan sapma ihtimalinin kalmadığı kanısındayım.
Tabii ki bu süreç son derece zor ve çetrefil olacak. Aşikâr olan başka bir husus da Türkiye’nin Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözmesini isteyen kadar, hatta belki de ondan daha fazla sayıda istemeyen iç ve dış odağın var olduğudur. Ne var ki bütün handikaplara rağmen ülke olarak bu sorunu çözme konusunda çok büyük bir fırsat yakalamış durumda olduğumuzu düşünüyor ve biliyorum.
İki kritik soru
Ama daha yazıyı yazmaya oturmadan Hakkari Çukurca’dan yeni şehit haberleri geldi. Önce 7, ardından 8 ve nihayet 9 kardeşimiz PKK’lıların pususu sonucu hayatlarını kaybettiler. “Ramazanla ilgili sabrımız bitmiştir” diyen Başbakan Erdoğan’ın, “Artık bundan sonrası konuşulmaz, sadece uygulanır” sözleri, kısa zamanda PKK’ya karşı içerde ve dışarda çok yoğun operasyonların yapılacağını gösteriyor. Erdoğan’ın daha önce birkaç kez vurguladığı gibi, “Bunlarla aralarına mesafe koymayanlar da bundan böyle bunun bedelini ödeyecektir” demiş olması, operasyonların sadece PKK militanlarına yönelik olmayacağı yasal alanda faaliyet gösteren bazı kişi ve kuruluşların da kapsayacağı şeklinde yorumlanabilir.
Dolayısıyla bugün itibariyle havanın kurşun gibi ağır olduğu tartışılmaz. Fakat kurşun gibi ağır havaya rağmen barışa her zamankinden daha yakın olduğumuz yolunda bir tespit yapmak hiç de kolay olmayacaktır. Yine de son günlerde yaşadığımız gerilimin belli bir noktaya kadar tırmanıp bir süre sonra yeniden “normalleşme” yaşayacağımız kanısındayım. Bununla birlikte yeniden normal bir ortama dönene kadar Türkiye’yi hayli zor günlerin beklediği de kesin.
Bu gerilimi “geçici” görüyorum çünkü PKK’nın şiddeti ısrarla tırmandırmasının ardında esas olarak “iç” değil “dış” motivasyonların ve müdahalelerin bulunduğunu düşünüyorum. Unutmayalım, Kürt sorunu sadece bizim değil tüm bölgenin sorunu. Bu bağlamda şu soruyu sormak hiç de abes olmayacaktır: PJAK üzerinden İran’la çok ciddi bir çatışma içinde olan PKK neden ortada çok somut bir bahane bile yokken Türk devletiyle çatışmayı tırmandırma cüretini gösterir?
Yine abes kaçmayacak ikinci bir soru: PKK saldırılarının, tam da Ankara Suriye rejimine giderek tırmanan bir dozda tavır alırken şiddetlenmesi basit bir tesadüf müdür?
Komploculuk yapıyor değilim. Fakat PKK’nın Ortadoğu gibi karmaşık bir coğrafyada yaklaşık 30 yıldır, üstelik güçlenerek varkalmayı becermiş olmasının sırrının, bölgesel ve hatta küresel güç odaklarıyla geçici de olsa işbirliği yapması, ittifaklar kurması olduğunu biliyoruz. Bu sefer de benzeri bir durumla karşı karşıya olabiliriz.
bu sorunun çözümü için öncelikle PKK’nın olabildiğince “dış” etkilerden arındırılması gerektiğini söyleyebiliriz.