Şampiy10
Magazin
Gündem

Hani ikinci İran oluyorduk?

.

ABONE OL
Vatan Haber

İran Devrimi’nin ardından Türkiye-İran ilişkilerinde uzun bir süre laiklik eksenli birtakım gerilimler yaşandı. Bunların temelinde İran’ın devrimini ihraç niyetini gizlememesi ve Türkiye’yi de kapsama alanına alması vardı. İran’ın bu niyetinin temelsiz olduğu da söylenemezdi zira hem devrimin kendisi, hem de kısa süre içinde diğer muhalif güçlerin tasfiye edilip “İslam cumhuriyeti”nin ilan edilmesi, tüm İslam dünyasında olduğu gibi Türkiye’de de bazı dindarlar, özellikle gençler tarafından coşku ve sempatiyle karşılanmış; ülkemizde de İran tipi bir devrim gerçekleştirmek isteyen gruplar ortaya çıkmaya başlamıştı. Tahran rejiminin bu gruplara yardım etmesi, daha açıkçası bunlara yatırım yapması Türkiye’de ciddi rahatsızlıklara yol açıyordu. İran’dan yapılan Türkçe radyo yayınları, ülkeyi ziyaret eden İranlı yetkililerin Anıtkabir’i ziyaret etmeyi reddetmeleri gibi olaylar da işin tuzu biberi oluyordu.

Bu durumun da etkisiyle, ülkemizdeki laik kesimler, 1980’lerden itibaren yükselişe geçen İslami hareketin ardında kısmen Suudi Arabistan’ın, büyük ölçüde de İran’ın olduğuna inanıyorlardı. “Türkiye yoksa ikinci İran mı olacak?” sorusu içerde ve dışarda sıkça soruluyor, buna “Türkiye laiktir, laik kalacak” cevabı veriliyordu.

İşin ilginci, sık sık Tahran yönetiminin PKK’ya da destek verdiği iddialarının da güçlü bir şekilde seslendirilmesine rağmen iki ülkenin ilişkilerinde hayati krizler yaşanmadı; diğer bir deyişle gök çok gürledi ama hiç yağmur yağmadı.

Neden böyle olduğu sorusunun cevabını öncelikle tarihte aramalıyız. Eninde sonunda, bölgede devlet, hatta imparatorluk geleneği olan iki ülkeden söz ediyoruz. Ve aralarındaki sınır yüzyıllardır aynı. Kısacası Türkiye ile İran’ı, birbirleriyle kıyasıya mücadele eden ama birbirlerine düşman olmak istemeyen iki bölgesel güç olarak tarif edebiliriz. Bu arada devrim sonrası 100 binlerce İranlının Türkiye üzerinden ülkelerini terk ettiklerini, bunların hatırı sayılır bir kısmının da ülkemizde yerleştiğini unutmayalım. Yine unutmamamız gereken bir başka husus, İranlı rejim muhaliflerinin Türkiye’yi bir üs olarak kullanmalarına izin verilmemesidir.

(28 Şubat müdahalesini laikliği korumak için yaptıklarını söyleyen bazı generallerin, Batı’dan kopup Doğu’ya açılmayı savunmalarını, bunu yaparken İran’ı yere göğe koyamamaları da bir muamma olarak orta yerde duruyor!)

Şii-Sünni stratejik gerilimi

Bu uzun girişin ardından başlığımıza, yani günümüze gelelim. Devrimden bu yana Türkiye-İran ilişkilerinde belki de ilk kez hayati olarak tanımlanabilecek bir krizin eşiğindeyiz. Üstelik bu kriz, yıllarca Türkiye’yi ikinci bir İran yapacağı vehmedilen Milli Görüş hareketi kökenli bir siyasi iktidara denk gelmiş durumda.

Kuşkusuz bu krizin birçok ayağı var: Nükleer sorun ve buna bağlı olarak Türkiye’ye füze kalkanı konuşlandırılması; Ankara’nın, İran’ın stratejik ortağı Suriye rejiminin devrilmesine angaje olması; Irak’ta nüfuz çekişmesi ve tabii ki Kürt sorunu. Kuşkusuz bunların herbiri çetin konular ancak Türk-İran ilişkilerinin tarihine baktığımızda her iki ülkenin çatışmadan yol alma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Peki o zaman neden tersi bir durum yaşıyoruz?

Galiba bunun birinci nedeni bölgemizde her geçen gün mezhep eksenli bir saflaşmanın ön plana çıkması ve AKP hükümetinin, bütün direnme çabalarına rağmen bunun bir parçası olmaya, bir nevi sürüklenmesi. Bu noktada Tahran’ın Ankara’nın işini iyice zorlaştırdığı da muhakkaktır. Bu bağlamda, ABD’den ziyade Suudi Arabistan ve Katar gibi, “Şii hilali”ne karşı bir “Sünni blok” çıkarmak isteyen ülkeleri göz önüne almak lazım.

Şii düşmanlığı yaratma çabası

Şaşırtıcı olan, Türkiye ile İran arasındaki stratejik gerginliğin “sivil” bir ayağının da ortaya çıkması, hatta kimi durumda geleneksel ve sosyal medyadaki İran aleyhtarlığının kolaylıkla İran düşmanlığına doğru evrilebilmesi. Daha ürkütücü olansa, İran karşıtlığının kolaylıkla Şii (esas olarak Caferi) aleyhtarlığı, hatta düşmanlığına dönüşebilmesi. Sayıları az da olsa ülkemizde Caferi vatandaşlarımız bulunduğunu düşünürsek bu türden ayrımcı propagandaların bir tür Şii-Sünni çatışmasını körüklediğini, yani tamamen suç, hem de nefret suçu olduklarını söyleyebiliriz. Bu tahrik faaliyetlerinin halkta pek etkili olacağını sanmamakla birlikte yine de ciddiye alınıp engellenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ama esas olarak İran’la ilişkilerin ne yapıp edip yeniden normalleştirilmesi şart. Çünkü İran, ne Irak’a, ne Suriye’ye benzer. Türkiye ile İran’ın çatışma noktasına gelmesi her iki ülke için de felaket anlamına gelir.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Hoşçakalın
  2. Yine PKK-Hizbullah çatışması ve yine “yesinler birbirlerini” aymazlığı
  3. (IŞ)İD’in Türkiye’ye ettiği ve edebileceği kötülükler
  4. Kobani ile PKK’yı, PKK ile de (IŞ)İD’i eşitlerseniz
  5. Kürtler Kobani'de kaybederse Türkler kazanmış mı sayılacak?
  6. Hükümet, tezkere, Kobani, Öcalan: Bir dizi tuhaflık
  7. Bir dönüm noktası olarak Kobani: (IŞ)İD ve PKK üzerine notlar
  8. Kobani için diplomasi ihtiyacı
  9. Washington Kürt Konferansı: Tek gündem Kobani direnişiydi
  10. Savaşın Türkiye’ye sıçrama ihtimalleri

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.