Hani bitaraf olan bertaraf olacaktı?
.
Başbakan Erdoğan, 12 Eylül referandumu öncesinde “Bitaraf olan bertaraf olur” diye TÜSİAD’ı uyardığında onu en çok alkışlayanlar arasında “liberal aydınlar” diye bilinen kesim dikkat çekiyordu. Bu bağlamda Taraf Gazetesi’nin TÜSİAD’a karşı Erdoğan’dan yana açıkça taraf tuttuğunu da çok iyi hatırlıyoruz.
Dün ise Erdoğan ilk kez TÜSİAD Genel Kurulu’na katıldı, bu arada iş dünyasının önde gelen temsilcileri tarafından çok sıcak karşılandı ve son derece önemli mesajlarla yüklü uzun bir konuşma yaptı. Medya da haklı olarak olup bitenleri “buzlar eridi” diye yorumladı.
Hükümetle iş alemi arasında buzların erimesinin, yine hükümetle “liberal” aydınların arasının bozulmasının hemen ardından gelmesi acaba sıradan bir raslantı mıdır? Acaba dün herhangi bir patron Başbakan’a, Ahmet Altan’a hem tazminat davası açıp hem hakkında suç duyurusunda bulunmuş olmasının yanlış olduğunu söylemiş midir? Eğer söylemişse Erdoğan’ın buna cevabı ne olmuştur?
Bu sorular uzar gider ama asıl hayati soru “taraf olmak-bertaraf olmak” ilişkisinden hareketle sorulmalıdır. Yani şöyle: Hani bitaraf olan bertaraf olacaktı? Peki bu sorunun asıl muhatabı kimdir? Başbakan mı, yoksa onun bu çıkışını hararetle alkışlamış olanlar mı? Benim cevabım ikincisi olacaktır, zira Erdoğan’ın son derece pragmatist bir lider olduğunu biliyoruz. Kaldı ki referandum öncesi TÜSİAD’a aba altından sopa göstermiş olması yanlıştı, dün de yanlıştan dönmüş oldu diyenler de çıkacaktır. Ama Başbakan’ın sözlerini her şeyin önüne koyan “liberal” ve “demokrat” iddialı kişilerin bugün yine onun tarafından yalnızlaştırılmış olmalarını nasıl izah edeceklerini kestirmek zordur.
Aslında işin başında yanlış yapılmıştı. “Bitaraf olan bertaraf olur” sözünün çoğulcu demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı hayli tartışmalı bir konuydu. Özellikle medyanın ve gazetecilerin ülkede yaşanan her kutuplaşmada bir taraf seçmeye zorlanması akıl alır bir şey değildi. Bu tespitten hareketle, tam tersine “taraf olan bertaraf olur” önermesinden hareket etmemiz gerektiğini defalarca savunmuş ve her seferinde taraf tutarak Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunduklarını ileri süren kişi ve çevrelerin küçümsemeleriyle karşılaşmıştım. Türkiye’de yaşanan onca çatışma, sancı ve tedirginliğin altında esas olarak “demokratikleşme” çabalarının değil, kıyasıya bir iktidar mücadelesinin sonucu olduğuna inanıyorum. Bana göre eski iktidar sahipleri yerlerini yenilere bırakmamak için direnirken, merkeze yeni taşınmış olanlarsa iktidarı eskilerle paylaşmaya yanaşmadıkları için onca gürültü ve sorunu yaşıyoruz.
Biz gazeteciler, aydınlar vb. kendimizi ne kadar önemsersek önemseyelim, istesek de bu iktidar mücadelesinin bir parçası olamayız, zaten istememiz de son derece yanlıştır.
İçimizden, kendini ülkede yaşanan o büyük değişim ve dönüşümün aktörlerinden biri, hatta başrol oyuncusu olarak görenler, kavga edenler aralarında belli mutabakatlara vardıklarında kolaylıkla bir kenara atılabiliyorlar. Hele çatışan taraflardan herhangi biri onları “lüzumsuz”dan öte “tehlikeli” gördüğü anda sert bir şekilde tasfiye bile edilebiliyorlar. Özetle çatışan taraflar aralarında anlaştığında olan iyiniyetli taraftarlara oluyor.