Gül’ün adı yok, kendisi var
.
Çok az kişi dikkat çekti ancak Başbakan Erdoğan’ın AKP’nin cumhurbaşkanı adayı olduğunun ilan edildiği törenin en ilginç yönlerinden biri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adının anılmamasıydı. Hatta cumhurbaşkanlığı makamı bir tür “vesayetin son kalesi” olarak tarif edildi ve 10 Ağustos 2014’ten ısrarla vesayetin sonlandırılacağı tarih olarak söz edildi. Bu sırada Gül’ün bir istisna olduğu vurgulanabilirdi, yapılmadı. Bu herhalde gözden kaçmış, unutulmuş bir husus değildir.
Kendisinin, “Bu şartlar altında siyaset yapmayı düşünmüyorum” şeklindeki açıklamasını ve Erdoğan’a yakın bazı siyasetçiler ve köşe yazarlarının ondan bahsederken kullandıkları üslubu göz önüne alırsak Köşk seçimleriyle birlikte Gül’ün emekliye ayrılmasa bile kenara çekileceğini düşünebiliriz. Ama galiba öyle değil. AKP içinde Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması halinde direksiyonun başına Gül’ün geçmesini isteyenlerin sayısının tahminlerin ötesinde olduğu söyleniyor. Bu noktada, şartlar ne kadar elverişli olursa olsun Erdoğan’ın Köşk’ten parti ve hükümeti tam anlamıyla kontrol etmesinin mümkün olamayacağı ve bu yüzden AKP’nin 2015 ve sonrasındaki seçimlerde başarısız sonuçlar alabileceği kaygısı ön plana çıkmış gözüküyor.
Aralık kapı
Erdoğan’dan sonra Gül AKP’ye döner ve partinin başına geçer mi? Bunun için önce Erdoğan’ın bu yönde bir tercih yapması, Gül’ü siyasete dönmeye ikna etmek için onun yakındığı şartları değiştirmesi gerekiyor. Erdoğan’ın ilk tercihinin Gül olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Gül’ün, Erdoğan’ın fiilen başkanlık sistemine geçmesine imkan sağlayacak “düşük profilli” bir parti başkanı ve başbakan olmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Gül’ün AKP genel başkanı ve başbakan olması ve Erdoğan’ın Salı günü dile getirdiği şekilde bir cumhurbaşkanı olmaya kalkışması halinde mutlaka kriz(ler) çıkar. Ve bu hem ikisini, hem de AKP’yi ciddi olarak yaralar. Sanıyorum Gül bu kaçınılmaz gerilimi öngördüğü için “ben yokum” şeklinde özetlenebilecek açıklamayı yaptı ve Erdoğan’ın elini bir ölçüde rahatlattı.
Bu yazdıklarımdan doğal olarak Gül’ün yakın dönemde AKP’nin başına geçmesinin imkansız olduğu sonucu çıkıyor. Yine de aralık bir kapı var: Eğer 10 Ağustos’ta Erdoğan umduğunun altında bir oy alırsa, ikinci tur sonuçları ne olursa olsun, kendisinden sonra AKP’yi güçlü isimlere bırakmayı düşünecek kadar pragmatist bir siyasetçidir ve böyle bir durumda ilk akla gelecek isim de kuşkusuz Gül olacaktır.
Öcalan-Demirtaş örneği
Aslında bütün güçlü liderlerin benzer ikilemlerle karşı karşıya kaldıklarına tanık oluyoruz. Benzer bir olay Kürt siyasi hareketinde yaşandı. Abdullah Öcalan’ın KSH içindeki otoritesinin şu ya da bu şekilde gölgelenmesine tahammülü olmadığını yakın geçmişten (ilk akla gelen örnek Leyla Zana) biliyoruz. Bu nedenle Öcalan’ın HDP’nin Köşk adayı olarak, son dönemde yıldızı iyice parlayan Selahattin Demirtaş’a onay verip vermeyeceği merka konusu olmuştu, ama bir sorun çıkmadı.
Herhalde Öcalan, HDP’nin Demirtaş’la birlikte alabileceği en yüksek oyu alabileceğini birçok kişi gibi öngörmüş ve bu yüksek oy oranının devletle oturduğu müzakere masasında elini daha da kuvvetlendireceğini kavramış olmalı.
Son bir not: Sık sık Türkiye’de iktidar mücadelesinin üç ana odağının AKP hükümeti (Erdoğan), KSH (Öcalan) ve Cemaat (Fethullah Gülen) olduğunun altını çiziyorum. Bu üç hareketin de lider eksenli olduğu muhakkak. Ama her üç hareket de, liderlerin otoritelerini, kontrollü bir şekilde olsa da, başkalarıyla paylaşmasıyla ileriye doğru geliştiklerine tanık oluyoruz.
Bu açıdan bakıldığında Gülen cemaatinin AKP ve KSH’nin hayli gerisinde kaldığı aşikâr. Bunun en başta gelen nedeni, bana göre, Gülen’in Cemaat içinde sivrilme potansiyeline sahip olanları teşvik etmemesi, buna niyetlenenlerin önünü açmaması ve hatta bazılarını dışlamasıdır.