Gül hayal mi kuruyor?
.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül önceki akşam Tahran’da iki kritik görüşme yaptı. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın ardından 20 yıldır İran’ın “bir numarası” olan dini lider Ayetullah Ali Hameney tarafından kabul edildi. İran’da “Rehber” in, NATO üyesi ve AB üye adayı bir ülkenin liderini kabul etmesi, onunla bir saati aşkın süre dünya meselelerini tartışması ve sohbetin en ağırlıklı konusunun ABD’de Obama ile başlayan yeni dönem ve bunun Ortadoğu ve İslam dünyasına etkileri olması kesinlikle çarpıcı bir olaydır.
Bu görüşmeden şu birbiriyle ilintili sonuçları çıkartabiliriz:
1) Bölgede en önde gelen rakibi olarak kabul edebileceğimiz İran tarafından da fazlasıyla önem verilen bir ülke olması, Türkiye’nin “bölgesel güç” olma iddiasını her geçen gün pekiştirdiğini gösteriyor;
2) Obama ile tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da yeni bir dönemin açılabileceği umudunu İranlılar da taşıyor;
3) Bu yıl İslam Devrimi’nin 30. yılını idrak eden İran’da toplum kadar yönetici sınıf da, dünyadan daha fazla kopuk yaşayamayacaklarının bilincindeler. İktidarlarını garanti altına alabilecekleri bir geçiş sürecine kendilerini hazırlıyor olmalılar.
İran’ın rezervleri
Gül’ün Hameney ile neler konuştuğunun ayrıntılarına sahip değiliz ancak Salı sabahı uçakta bize söylediği “Obama’nın Bush’tan en temel farkı, başkalarına zorla bir şeyler empoze etmeye çalışmaması. Bu sayede büyük anlaşmazlıkların çözümü için yeni fırsatlar doğuyor. Her şey çözülecek değil ama yeni bir hava, iklim söz konusu. Bunu çok iyi değerlendirmek lazım” sözlerini tekrarlamış olmalı. Bir de muhakkak “İlk 5-6 ay çok önemli. Esas sorumluluk tabii ki Amerikalılarda, ama herkes katkı koyabilir, koymalı” demiştir.
İranlı muhataplarının ne tepki verdiğine gelince: Öğrenebildiğimiz kadarıyla ne Ahmedinecad, ne Hameney, Obama üzerinden ABD ile ilişkiler konusunun yoğun bir şekilde gündeme gelmesinden rahatsız olmamışlar. Ancak Gül’ün coşkulu ve heyecanlı üslubuna karşı rezervli bir tutum takınmışlar. Devrimden bu yana geçen 30 yılda yaşanan baskı, gerginlik ve çatışmalar hesaba katılacak olursa pek de haksız sayılmazlar doğrusu.
Herkesin ortak çıkarı
Aslına bakılırsa İran ile ABD’nin birbirlerinden hoşlanmamak ve kuşkulanmak için fazlasıyla gerekçeleri var. Ama aralarındaki iletişimsizliği sona erdirmek için de fazlasıyla gerekçeleri mevcut. İran, “bölgesel güç” olarak kalabilmek için sürekli olarak Ortadoğu’daki çatışma potansiyellerini teşvik ediyor ve bu uğurda epey masraf yapıyor. Öte yandan adının terörle birlikte anılıyor olması İran’ın kabuğunu kırması, dışa açılması ve doğal olarak kalkınması önünde ciddi engel oluşturuyor.
ABD ise bölgedeki tüm planlarının karşısına İran’ın çıkmasından fazlasıyla şikayetçi. Afganistan’da İran’la iyi ilişki geliştirmenin getirmiş olduğu faydaları çok iyi bilen Washington, Tahran’la yaşanacak bir normalleşmenin Filistin, Lübnan, Irak ve hatta genel olarak terörizm sorunlarında belirgin iyileşmelere, hatta çözümlere kapı aralayabileceğinin farkında.
Bu noktada Türkiye’nin oynadığı ve bundan sonra oynayabileceği role gelecek olursak, öncelikle birçok kesimi birden rahatsız eden “arabuluculuk” terimini, en azından bir sürelik kullanmamak yararlı olabilir. Nitekim Ahmedinecad, dün bir kez daha bu kavramın kullanılmasına itiraz etti. Gerçekten de Ahmedinecad’ın belirtiği gibi diyalog için “hakkaniyet ve saygı” şart. Ama anlamak da lazım.
Türkiye her iki tarafı da çok yakından tanıyıp anladığı için Tahran ile Washington’un birbirlerini daha iyi tanıyıp anlamalarına yardımcı olabilir. Gül’ün uçakta biz gazetecilere sık sık “anlamak” fiilini telaffuz etmesi boşuna değildi. Fakat burada bir noktayı da hatırlatmak gerekiyor. Gül, Ortadoğu’da sorunların çözümü ve yeni bir çağın açılabilmesi için “İsrail’in güvenlik kaygılarının anlaşılması ve giderilmesi” nin şart olduğunu da vurguladı. Dolayısıyla Tahran rejiminin İsrail’e yönelik herhangi bir pozitif açılımı bölgede birçok şeyi değiştirebilir.
Çok zor ama imkansız değil.
Yani yeni bir çağ bekleyen Gül’ü hayalperest olarak damgalamak haksızlık olur.