Gül’den “özgür, eleştiren, tarafsız ve bağımsız medya” çağrısı
.
Geçen yıl 20 Eylül günü AKP Kongresi’nde Başbakan R. Tayyip Erdoğan, 1 Ekim’de de TBMM açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuşmuş, bu da bize iki lideri kıyaslama imkânı vermişti (http://www.rusencakir.com/Gul-ile-Erdogani-ayiran-5-nokta/1838). Bu yıl da benzer bir durum söz konusu oldu. Önceki gün Başbakan demokratikleşme paketi, dün de Cumhurbaşkanı, yine Meclis açılışı vesilesiyle birer konuşma yaptılar ve bu sayede bir kez daha iki lider arasındaki benzerlik ve farklılıkları değerlendirme şansı yakaladık.
Gezi’ye bakış farkı
Sanıyorum Gül ile Erdoğan arasındaki en güncel ve hayati fark Gezi olaylarına bakışlarında karşımıza çıkıyor. Aslında bu farka olayların ilk günlerinde, Erdoğan Kuzey Afrika gezisindeyken de tanık olmuştuk. Fakat Başbakan, daha gezi sürerken inisiyatifin Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın eline geçmesine izin vermemiş, kontrolü tümüyle eline alması üzerine de bu ikili sessizliği tercih etmişti.
Gül, Gezi’ye farklı baktığını net biçimde BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta göstermişti. Dünkü konuşmada da “Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm. Uzun yıllar yargısız infazlarla, işkenceyle ve vahim insan hakları ihlalleriyle anılmış olan ülkemizin, bu kez, gelişmiş demokrasilerdekilere benzer kaygı ve taleplerle gündeme gelmesinden çekinilecek bir husus yoktu. Bu nedenle, gerek ben, gerek Hükümet yetkilileri, ‘iyi niyetli mesajların alındığını’ eylemlerin hemen ardından ifade ettik” diyerek tekrarlamış oldu.
Gül’ün Gezi olayları sırasında hayatını kaybeden “tüm” vatandaşlara Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı dilemesini de herhalde Erdoğan’dan bir başka farkı olarak kayda geçmek gerekecek. Son olarak “başta aşırı güç kullanımı olmak üzere tüm hukuk ihlalleri”nin araştırıldığını, yargı süreçlerinin devam ettiğini vurgulamasının da altını çizmeliyiz.
Medyaya özel vurgu
Gezi sürecinde “demokrasi sandıktan ibaret değildir” dediği için Başbakan’la ayrı düştüğü izlenimi doğmuş olan Gül’ün “200 yıllık anayasa ve demokrasi geleneğimizin en önemli unsuru, hâkim güvencesinde yapılan seçimlerdir. Yani, sandıktır” demiş olması dikkat çekiciydi. Hemen ardından, her türden kutuplaşmanın zararlarına değinen Cumhurbaşkanı’nın “Esasen toplumsal meselelerde, hayata geçirilebilir çözümler, daha çok gri alanlarda, orta yolda ve uzlaşıda bulunabilmektedir. Çünkü insan fıtratı, kalıpları, kampları, ön kabulleri, ön yargıları ve ötekileştirilmeyi sevmez. Aslında kutuplaşmadan uzaklaşan ülkeler normalleşir. Yapılan reformlar ancak kutuplaşmanın yaşanmadığı dönemlerde kalıcı olur, kök salar” sözlerini özel olarak not etmek gerekiyor.
Gül geçen yıl olduğu gibi bu sefer de medyaya ve basın özgürlüğüne konuşmasında özel bir yer ayırmış. Onun “özgür, eleştiren, tarafsız ve bağımsız bir medya” çağrısı gerçekten Türkiye’nin en acil ihtiyaçlarının başında geliyor.
Gül, geçen yılki gibi yine lafını dolandırmadan “Kürt sorunu” dedi, çözüm sürecine desteğini tekrarladı, fakat bunun “bir pazarlık süreci” olamayacağını belirtip “Sorunun özü de, çözümü de demokrasimizin standartlarının daha da yükseltilmesinde yatmaktadır” diye konuştu. Bu arada Başbakan tarafından açıklanan demokratikleşme paketinden duyduğu memnuniyeti de dile getirdi.
Gül’ün konuşmasının en sonunda “Hayatım boyunca, halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, yüce milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim” demiş olmasını, cumhurbaşkanlığına yeniden aday olsun ya da olmasın, siyasetin içinde kalmakta kararlı olduğu şeklinde yorumlamak herhâlde yanlış olmaz.