Gönülsüzler koalisyonu
.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Rusya ve Çin vetoları yüzünden Suriye karşıtı bir karar alması imkânsız. Bu yüzden Ankara, Şam’ın doğu banliyösü Guta’daki kimyasal silahlı katliamın ardından, tıpkı daha önce Kosova için olduğu gibi bir “gönüllüler koalisyonu”nun kurulmasını ve Suriye’ye müdahale edilmesini istedi. Burada esas adres NATO ve tabii ki Washington’dı. Almanya, İtalya gibi ülkeler baştan “biz yokuz” dediler. Buna karşılık İngiltere ve Fransa, ABD’nin başını çekeceği bir koalisyonda yer alacaklarını ifade edince tüm dünya müdahaleyi beklemeye başladı.
Fakat önce parlamentonun ret oyu verdiği İngiltere yan çizdi. Ardından ABD Başkanı Obama, kimyasal silahın Beşşar Esad/Baas rejimi tarafından kullanıldığından emin ve bunu cezasız bırakmamakta kararlı olduğunu söyledi ancak Kongre’nin onayını arayacağını belirterek müdahaleyi en azından ertelemiş oldu.
Sonuçta ilginç bir durumla karşı karşıyayız: ABD’nin acelesi yok; dün Irak’ı işgal koalisyonunun ikinci önemli parçası İngiltere dışarıda kaldı; dün Irak operasyonuna en fazla çomak sokan Fransa ve Türkiye ise müdahale için çok istekli.
Müdahale farkı
Ne var ki Paris ve Ankara’nın muhtemel bir müdahaleye aynı anlamı yüklemedikleri kesin. Örneğin Başbakan Erdoğan müdahalenin Esad rejimini yıkmayı hedeflemesinin şart olduğunu söylerken Fransa Cumhurbaşkanı Hollande Le Monde Gazetesi’ne şöyle dedi: “Şam’ın kimyasal katliamı cezasız kalamaz, kalmamalı. Ama Suriye’yi ‘özgürleştirme’yi veya diktatörü devirmeyi hedefleyecek uluslararası bir müdahale taraftarı değilim.”
Gerek Hollande’ın bu sözleri, gerekse Obama’nın “başkalarının savaşına dâhil olmayacağız” demiş olması Ankara’nın dış müdahale yoluyla Suriye’de rejim değişikliğini gerçekleştirme, en azından hızlandırma stratejisinde yalnız kaldığını gösteriyor.
Aynı mülakatta Hollande’a, Libya ve Mali’deki Fransız müdahalesinin daha kapsamlı olduğu hatırlatıldığında “oralardaki koşullar farklıydı” cevabını veriyor. Tabii ki koşullar farklı ancak gerek Paris’in, gerekse Washington’un Esad/Baas rejiminin yıkılması konusunda eskisi kadar hevesli olmamalarının nedenleri farklı ve bunların üzerinde düşünüp tartışmamız gerekiyor.
El Kaide faktörü
Öncelikle çok vahim bir hesap hatası yapıldı: Muhalefet olduğundan daha güçlü, rejimse olduğundan daha güçsüz sanıldı. Öyle ki rejime haftalar, en fazla aylarla ömür biçildi. Fakat rejim beklenenden dirençli çıkınca muhalefet daha da zayıfladı. Özellikle askeri alandaki zayıflığın telafisi için, tıpkı bir zamanlar Afganistan’da olduğu gibi El Kaide ile bir şekilde irtibatlı, deneyimli radikal İslamcılar devreye sokuldu. Onlar ön plana çıkınca, hele gerçekleştirdikleri vahşi infazların görüntüleri dünyaya yayılınca da Suriye muhalefetinin meşruiyetine ciddi ölçüde halel geldi.
Buna en son örnek olarak “Rojava” adı verilen, ağırlıkla Kürtlerin yaşadığı Suriye’nin kuzey bölgelerinde El Kaide çizgisindeki bazı örgütlerin Esad rejimine ek olarak, hatta ondan daha fazla, Kürt örgütleriyle çatışmasını, yerel halka yönelik katliam iddialarını gösterebiliriz.
Aslında Rojava’da yaşananlar Suriye muhalefetinin meşruiyet krizinin aşılmasına vesile olabilirdi. Suriye Kürtlerinin önde gelen örgütlerinden olan, Abdullah Öcalan çizgisindeki PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim’i iki kere ağırlayan hükümet, onun şikâyetlerini dikkate alıp beklentilerini yerine getirse, diğer bir deyişle Türkiye’yi, Suriye’de varlık gösteren radikal İslamcı gruplar için bir tür cazibe merkezi olmaktan çıkarsa çok şey değişebilirdi.
Görüldüğü kadarıyla El Kaide ve benzeri grupların Suriye’deki varlığı, Kürtler için tehdit, Esad rejimi için teminat olmayı sürdürüyor.