‘Gezi direnişi’ hakkında efsaneler ve gerçekler
.
Gezi Parkı’nda başlayan eylemlere ilişkin kimi bazı yorum ve iddialar olayın özünü karartmaya yönelik. Örneğin “Bu eylem CHP’nin işi” yorumu gibi
Gezi Parkı direnişinin en azından ilk aşamasında başarıya ulaşmış olmasından rahatsız olan çevreler değişik iddia, argüman ve yorumlarla başarıyı karartmaya, değersizleştirmeye ve kötülemeye çalışıyorlar. Bunların bazılarını ele almak ve işe en abes olanıyla başlamak istiyorum:
- “Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasını istemeyenlerin tezgâhı”
Bu akıllara ziyan iddiayı en net bir şekilde Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Bölgesi Grubu Başkanı, iş adamı Can Paker, AA’ya verdiği özel mülakatta ortaya attı. Paker şöyle konuşmuş: “Bu hareketi başlatan bir provokatif organizasyondur. Süreci baltalamak için olma ihtimali çok yüksek. Tabii bunları tam olarak bilmediğim için ihtimal diyorum.” Aynı zamanda TESEV’in de başkanı olan Paker, çok yakınından iki ismin, Cengiz Çandar ve Etyen Mahçupyan’ın dünkü yazılarını okuyunca herhâlde fikrini değiştirmiştir ama kendisine bir soru soralım: Çözüm sürecinin en kilit isimlerinden biri hâline gelen BDP’li Sırrı Süreyya Önder ile simgeleşen bir direniş nasıl olur da çözüm sürecine karşı olur?
- “Dertleri ağaçlar değil...”
Direnişin gelişmesiyle birlikte sanki doğru gibi gözüküyor ancak şu soruyu sorduğumuzda bunun bir değersizleştirme önermesi olduğu anlaşılıyor: Eğer sabaha karşı çevreci gençlerin çadırları sökülüp, yakılıp, parka dozerler sokulmasa bu direniş başlar mıydı? Direnişçilerin polis çekildikten sonra ilk iş olarak parka koşması, onu temizlemesi de esas derdin ağaçlar olduğunun kanıtı.
- “Bu tür tartışmalar sandıkta yapılır.”
Eğer demokrasi bir alfabeyse sandık bunun sadece a harfidir. Vatandaşların kendi kentleriyle ilgili düzenlemelere her itirazlarında sandığı ortaya sürmek çoğulcu değil çoğunlukçu demokrasi anlayışının tezahürüdür ki bunun da sonucu kaçınılmaz bir şekilde otoriterleşmedir.
- “Amaçları darbe provası.”
2007’den sonra Türkiye’de siyasi iktidara yönelik her türlü itiraz ve muhalefetin ardında Ergenekon ve dolayısıyla darbeciler aranmaya başladı. Ancak geçen yılki MİT kriziyle birlikte bu alışkanlık sona erer gibi oldu. Ne var ki “Ergenekon, darbeciler” açıklaması hem geçmişte işe yaradığı, hem de çok basit olduğu için olsa gerek bu sefer de tedavüle sokulmak isteniyor. Ancak Ergenekon’la mücadele sürecinde, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında hükümete destek vermiş birçok kişi, kurum ve çevrenin de ilk andan itibaren Gezi Parkı direnişinin yanında yer almış olması bu komplo teorisini geçersiz kılıyor.
- “Eylem sonradan ulusalcıların eline geçti.”
Ulusalcılar ilk başta, hem öne çıkan isimleri sevmedikleri, hem de başarı şansı görmedikleri için eylemden uzak durdular ama cumartesi gününden itibaren olaya dâhil oldular. Böylesine kendiliğinden gelişen ve bir merkezden yönetilmeyen toplumsal hareketlere katılmak isteyen kişileri dışlama mekanizmaları yoktur ve olmaması da iyi bir şeydir. Bununla birlikte direnişin ulusalcıların eline geçtiği çok abartılı ve art niyetli bir tespit. Eğer ulusalcıların böyle bir gücü olsaydı, daha önce yakalamış oldukları fırsatları ülke çapında birer direnişe çevirirlerdi.
- “Eylem CHP’nin işi.”
Hükümet ve onu destekleyenler, CHP’yi bir tür kum torbası gibi kullandıkları için bu direnişi de CHP’ye yükleyerek işin içinden sıyrılmak istiyorlar. Üzerinde uzun boylu durmaya gerek olmayan bir önerme. Eğer CHP’nin böyle bir gücü olsaydı Türkiye’de siyasi harita çoktan değişmiş olurdu.
“Üç-beş çapulcunun işi.”
Başbakan cumartesi günü direnişi yasa dışı örgütlere bağlamıştı, dünse daha çok “çapulcular”dan söz etti. Medya ve sosyal medyada da, benzer bir şekilde çevreye, mala vb. verilen zararlar üzerinden aynı “çapulcu” söylemiyle direnişi değersizleştirmek istediklerini görüyoruz. Muhakkak ki böylesine geniş ve kendiliğinden bir hareket içinde yanlış işler yapanlar olur, bunları tüm harekete mal etmekse sadece art niyetle mümkündür. Ancak özellikle sosyal medyada direnişe katılanların sürekli olarak bu tür tatsızlıklara karşı uyarıda bulunmuş olduğunu da vurgulamak lazım. Tabii bu arada direnişçileri çapulculukla itham edenlerin polisin acımasız tavrı konusundaki suskunluklarını da not etmek şart.
- “Eylem sosyal medya üzerinden, yalanlarla kışkırtıldı.”
Dün yazdıklarımı tekrarlamak istemiyorum. Ama siyasi iktidarın medya üzerindeki tahakkümüne laf etmeyip sosyal medyadaki bazı olumsuzlukları öne çıkartmak hiç samimi değil.
Burada keselim ve özellikle siyasi iktidarın önemsediği kişilere bir çağrı yapalım: Enerjinizi, direnişi gayrımeşru göstermek, onu değersizleştirmek yerine devletin olayları daha iyi anlamasına yardımcı olmaya harcarsanız hem kendinize, hem iktidara, hem de ülkeye iyilik yapmış olursunuz. Kraldan çok kralcı olmak yerine şeytanın avukatı olmanın daha hayırlı olduğunu kabullenmeniz dileğiyle...