Gecikmiş bir Baykal yazısı
.
Perşembe gecesi Show TV’de, Ali Kırca’nın yönetimindeki Siyaset Meydanı’nın konuğu CHP Lideri Deniz Baykal’dı ve kendisine Fehmi Koru, Şükrü Küçükşahin ve İsmail Küçükkaya ile birlikte farklı konularda sorular sorduk ve üç buçuk saati aşkın bir tartışma gerçekleştirdik. Yorucu ama ilginç bir program olduğu kesin. Doyurucu olup olmadığıysa izleyiciye göre değişir.
Diğer meslektaşlarım programla ilgili izlenimlerini kaleme aldılar; hatta katılımcı olmamakla birlikte, televizyondan izleyip Baykal’ın söyledikleri hakkında yazanlar da oldu. Bense gecikmeli de olsa, bu programdan hareketle CHP Lideri hakkında bazı görüş ve gözlemlerimi ifade etmek istiyorum. Aslında Baykal gibi, bir yanda “çok sevenleri”, diğer yanda “çok sevmeyenleri” olan bir lider hakkında yazmak çok zordur. “Bütün siyasi liderlerin durumu aynı” denebilir, fakat başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler uzun bir süreden beri CHP ile Baykal’ı özdeşleştiriyorlar. Kendini CHP’ye yakın, hatta onun içinde görüp Baykal’dan hoşlanmayan geniş bir çevrenin varlığı ve onların bilerek ya da bilmeyerek katkılarıyla AKP’nin bu stratejisinin büyük ölçüde tuttuğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Baykal hakkında ne yazarsanız yazın birilerini kızdırıp birilerini memnun etme ihtimali (riski) çok fazladır.
Rodos olayı
Baykal’ı yıllardır bilirim fakat kendisiyle ilk ciddi tanışmamız Temmuz 2007 genel seçimleri kampanyasında oldu. Kendisinin meşhur “kaybedersem Rodos’a kadar yüzerim” cümlesini Vatan’da manşete çekmemizden ve bunun AKP’liler tarafından alabildiğine suiistimal edilmesinden sonra, açıkçası Baykal’ın benden uzak durmak isteyeceğini düşünmüştüm. Hiç de öyle olmadı, seçimden sonra TBMM kulisinde karşılaştığımızda beni çok sıcak karşıladı, hatta o röportajı eleştirmek isteyen meslektaşlarıma karşı beni savundu. Daha sonra, özellikle Salı günleri grup konuşmalarının ardından Meclis’teki makam odasındaki sohbetlerde muhabbetimiz epey ilerledi. Bütün bu süre zarfında CHP liderinin ikili ilişkilerinde çok samimi ve sıcak olduğunu gözledim. Ayrıca birbirinden farklı konulardaki derin bilgisi ve analiz kabiliyetinin çok etkileyici olduğu da bir gerçek.
Baykal’la birçok siyasi konuda çok farklı, hatta bazen taban tabana zıt düşünüyoruz. Fakat kendisiyle bütün bunları, gayet medeni, yapıcı ve sık sık esprili bir şekilde tartışabilmek mümkün. Örneğin kendisiyle son dönemde en çok Kürt sorunu ve açılım konusunda ayrı düştük. Bana birçok kez “Senden başka açılımı destekleyen kalmadı” diye takılmıştır. Fakat kendisiyle yine bu konuda çok faydalı tartışmalar da yaptık. Özellikle benim Güneydoğu’ya yaptığım gezilerdeki izlenimlerimi hep ilgiyle dinlemiş, çok can alıcı sorular sormuştur.
Siyaset Meydanı sabah 3’te bitti ve Baykal birkaç saat sonra Van’a yola çıktı. Orada başına gelenlerin hem kendisi, hem Türk demokrasisi için çok can sıkıcı olduğu ortadadır. CHP heyetine kimlerin saldırdığının bir türlü ortaya çıkamaması da hayli yadırgatıcı bir durum. Bölgede en baştan savma eylemde polise birkaç taş atan çocukları kamera görüntülerinden saptayıp evlerinden alan güvenlik güçlerinin Van’da neden bu kadar tutuk davrandıkları bir muamma. Yoksa değil mi?
Ergenekon’a bakış
Baykal’la Ergenekon sürecinde de çok farklı yaklaşımlar sergilediğimiz ortadadır. Örneğin Siyaset Meydanı’nda kendisini “Ergenekon’un avukatı” olarak tanımlamasından rahatsızlık duyduğumu, benzer bir rahatsızlığı CHP’ye yakın olduğunu bildiğim çok kişide de gözlemlediğimi söyledim. Cevabı malum: “Benim ruhsatım var, avukatlık yapabilirim. Ama Başbakan savcılık yapamaz.” Bunun üzerine kendisine, Ergenekon sürecinde neden “müdahil avukat” olmayı düşünmediğini sordum. Bu soruya cevap vermedi.
Baykal üzerine daha yazacak çok şey var. Şimdilik burada kesip kendisini izlemeye devam edelim.