Şampiy10
Magazin
Gündem

Fethullah Gülen nihai aşamada, tam olarak ne istiyor?

.

ABONE OL
Vatan Haber

Fethullah Gülen cemaati üzerine sık sorulan sorulardan en çetini herhâlde şudur: “Gülen ve cemaati nihai aşamada, tam olarak ne istiyor?” Bu soruyu Gülen, “İman ve Kur’ân hizmetinde bulunanların hedefi sadece ve sadece ‘i’la-yı Kelimetullah’ olmalı ve rıza-yı İlahi’den başka bir gâye gözetmemelidirler“ şeklinde cevaplandırıyor. Yani Allah’ın kelamını, İslam dininin yüceliğini ve değerini dünyanın her köşesine bildirmek ve yaymak, bütün bunları yaparken hiçbir dünyevi beklenti içinde olmamak, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için çabalamak.

Humeyni mi olacak?

Ancak hayatın her alanında, dünyanın her noktasında örgütlü, disiplinli, son derece dinamik ve bulundukları ortamları dönüştürücü bir insanlar topluluğuyla karşı karşıya olduğumuz için bu “uhrevi” cevap tatminkâr olmuyor. Nitekim Gülen de “İnanmayacaklar, bizim insanların sulh ve selameti için çalıştığımıza. İnanmayacaklar, dünyayı bütün insanların kardeşçe yaşadığı bir sulh adacığı yapmak için gayret gösterdiğimize. İnanmayacaklar, ne dünya ne de ukba adına hiçbir beklentimizin olmadığına. İnanmayacaklar Allah’ın rızasından başka bir talebimizin bulunmadığına” diyor.

Aynı soruyu cemaatten pek hazzetmeyen kişilere sorduğunuzda şu türden cevaplar alabiliyorsunuz:

- “Humeyni gibi dönüp ülkenin başına geçmek istiyor!”

- “Halifeliğini ilan etmek istiyor!”

- “Sünni İslam dünyasının Vatikan’ını kurup bir tür papa olmak istiyor!”

- “Bir Türk-İslam imparatorluğu kurmak istiyor.”

Bu arada Gülen’in çeşitli küresel senaryoların bir aktörü olduğuna, dolayısıyla onun ne istediğinin hiç önemli olmadığına inanan çok kişi de var.

O gün geldi

Bir gazeteci olarak İslami hareket üzerine çalışmaya 1985 yılında başladım. Gülen hareketinin temsilcileri o tarihlerde ortalıkta gözükmezlerdi ama haklarında çok şey söylenirdi. Özellikle ordu başta olmak üzere devletin kilit noktalarına cemaatin eğitim kurumlarında yetişmiş gençlerin yerleştirilmesi için üstün bir gayret sarf ettikleri konuşulurdu.

1990’da çıkan “Ayet ve Slogan: Türkiye’de İslami Oluşumlar“ adlı kitabımda Gülen cemaati hakkında şu değerlendirmeyi yaptım: “Kadrolarını devletin hizmetine koşmayı yeğleyen (en azından şimdilik) bu cemaat aynı zamanda çok geniş mali olanaklara da sahip. İleride bir gün, kendine güveni geldiğinde, cemaatin siyasi iktidara talip olmak isteyebileceği ‘teorik’ olarak varsayılabilir.“

O gün çoktan geldi, bürokraside alabildiğine güçlenen Gülen cemaati, siyasi iktidarın tümüne olmasa bile hatırı sayılır bir bölümüne talip oldu ve bu nedenle AKP hükümetiyle savaşmaya başladı.

İktidarı aldıktan sonra...

Ama hâlâ soru tam olarak cevaplanabilmiş değil. Şunu artık biliyoruz: Cemaat, Başbakan Erdoğan’dan kurtulmak istiyor. Onu tasfiye etmek için, uzun zamandan beri hazırlandığı belli olan bir stratejiyi adım adım hayata geçiriyor. Fakat sonrası meçhul. Erdoğan giderse yerine kim gelecek? AKP içinden bir başka isim mi çıkacak, yoksa AKP dışındaki partiler mi iktidarı paylaşacak? Daha önemlisi, Gülen ve cemaati daha ihtimalleri yazarken bile zorlandığımız bir Türkiye’yi niçin istiyor?

Gülen’in kafasında “şeriat düzeni“ gibi bir hayal olduğunu sanmıyorum. Kendisinin veya cemaatinden birinin cumhurbaşkanı, başbakan vb. olmasını arzuladığı kanısında da değilim. Anladığım kadarıyla o, ülkeyi kim yönetirse yönetsin kendisine “manevi” ve “sembolik” de olsa bir otorite sunulmasını, devletin cemaat tarafından yetiştirilmiş kadroları geniş ve etkili bir şekilde istihdam etmesini istiyor. Bütün bunların sağlanması hâlinde dünyanın dört bir tarafındaki cemaat okullarının anlam ve fonksiyonlarında da belirgin bir değişme yaşanacak, bunlar Türkiye Cumhuriyeti devletinin içselleştirmiş olduğu bir İslam yorumunun taşıyıcılığına terfi edecekler.

Batı’ya bakış farkı

Sanıyorum Gülen ile Erdoğan arasındaki çatışmanın temelinde Gülen’in geliştirdiği bu “İslam yorumu“ var. Bunun nasıl bir yorum olduğunu Gülen’in kitap ve vaazlarından öğrenmek mümkün. Burada şu kadarını söylemekle yetinelim:

Gülen hiç ama hiçbir şekilde İslam dünyasının yaşadığı sorunlar nedeniyle Batı’yı suçlamaz, hep onlarla uyumlu davranmaya çalışır; sorumluları daha çok içeride arar. Buna karşılık klasik Sünni İslamcılar, örneğin bizde Erdoğan, İslam dünyasının başına gelen kötülüklerin birinci sorumlusu olarak Batı’yı görür ve kendini yeterince güçlü gördüğünde Batı’ya meydan okumaya kalkar.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Hoşçakalın
  2. Yine PKK-Hizbullah çatışması ve yine “yesinler birbirlerini” aymazlığı
  3. (IŞ)İD’in Türkiye’ye ettiği ve edebileceği kötülükler
  4. Kobani ile PKK’yı, PKK ile de (IŞ)İD’i eşitlerseniz
  5. Kürtler Kobani'de kaybederse Türkler kazanmış mı sayılacak?
  6. Hükümet, tezkere, Kobani, Öcalan: Bir dizi tuhaflık
  7. Bir dönüm noktası olarak Kobani: (IŞ)İD ve PKK üzerine notlar
  8. Kobani için diplomasi ihtiyacı
  9. Washington Kürt Konferansı: Tek gündem Kobani direnişiydi
  10. Savaşın Türkiye’ye sıçrama ihtimalleri

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.