Fatura çok ama çok ağır olacak
.
İslami hareketlerin 1980’li yıllardan itibaren tüm dünyada yükselişe geçmesinin ardındaki temel motivasyon nedir? Kimileri bunu tamamen maddi (ekonomik, sosyal vb.) nedenlere bağlarken, bazıları da manevi (bireyin yalnızlaşması, kutsallık arayışı) gerekçeleri öne çıkartır. Bense, maddi ve manevi nedenler arasında bir tür yumurta-tavuk ilişkisi olduğunu düşünenlerdenim.
Bu noktada dört kavram karşımıza çıkıyor: Yoksulluk, yolsuzluk, adalet ve dayanışma. İslam dünyasının hemen her köşesinde İslami hareketler esas olarak yoksul ve yoksun kitleleri muhatap aldılar. Onlara, içlerinde bulundukları kötü durumun tek sorumlusu olarak, başlarındaki yöneticileri gösterdiler. Onların halkı değil sadece kendi çıkarlarını düşündüklerini, İslamcılarınsa sadece ve sadece Allah rızası için çalıştıklarını anlattılar.
İslamcılar yolsuzluğu temel propaganda konusu yapmakla kalmayıp, dindar zenginlerden topladıkları yardımları yoksullara dağıtarak alternatif dayanışma ağları kurdular. Bu ağlara takılan insanların şu ya da bu şekilde siyasallaştığı veya siyasallaşmak durumunda kaldığı da ortadadır.
İslamcılara karşı olan kesimlerse, ne kendi içlerindeki yolsuzluk çarklarına karşı etkili bir mücadele yürüttüler, ne de İslamcılarınkine alternatif dayanışma ağları kurdular. Bunun yerine sürekli şikayet ettiler İslamcıların bu tür yardım faaliyetlerinin ardında karanlık ilişkiler aradılar ve hatta esas yolsuzluğun buralarda döndüğünü bile ileri sürdüler. Ve tabii ki başarısız oldular.
Kol kırılır yen içinde
Günümüz İslam dünyasına baktığımızda bu tablonun 1980’lerden beri pek değişmediğini görüyoruz. Bunun esas nedeni mevcut rejimlerin, İslami hareketleri ısrarla sisteme entegre etmeye yanaşmamalarıdır. Merkezden uzak tutulan İslamcılar da bir gün iktidara gelebilmek için büyük bir özveriyle uğraşmaya devam ediyorlar. Türkiye ise bu noktada ciddi bir istisnadır. 1994’de RP’nin yerel seçim zaferi, ardından Refahyol hükümeti Türkiye İslamcılarını, bütün sıkıntılarına rağmen merkeze taşıdı. AKP ile taşınmada epey bir yol alındı.
İslamcılar merkeze gelmeden önce artık İslamcı olmadıklarını ilan etmişlerdi ki çok kişi onlara inanmadı, takiyye yaptıklarını düşündü. Belki haklıydılar. Ancak çok kısa bir süre zarfında, belki de başta yalan olan bu beyanlar gerçeğe dönüştü. Birçok İslamcı kadro, o noktaya nasıl gelmiş olduklarını unutup hızla iktidarın nimetlerinden yararlanmaya koyuldular. Ve boğazlarına kadar yolsuzluğa battılar.
Kısa zamanda susturulan ve cezalandırılan birkaç cılız sesin dışında “kol kırılır yen içinde” anlayışı hakim oldu. Görmeme, görmezden gelme veya göz yummada birkaç saik etkili oldu:
1) Yapılanların yolsuzluk olduğunu kabul etmekle birlikte, bunların kişisel hesaplarla değil “büyük bir dava” için yapıldığı inancı
2) Zaten alanın da verenin de razı olduğu düşüncesi
3) En tepedekilerin habersiz olduğu ve gerektiğinde bu tür yolsuzlukları acımasızca cezalandıracaklarına yönelik inanç
4) Düşmanların eline koz vermeme
5) Nimetlerden nasiplenme sırasının bir gün kendilerine de geleceği beklentisi...
İç sorgulama başladı
Binlerce dindarın, paralarını çokortaklı şirketlere kaptırmalarına rağmen çok da fazla şikayetçi olmaması kimilerine garip gelebilir. Bu kişiler, gerçekten o şirketlerin “Allah rızası” için kurulduğunu düşünüyorlardı batınca da sorumlularını Allah’a havale etmekle yetindiler. Paralarını kaptırmayanlarsa “ticarette kazanmak da var kaybetmek de” diye olayın üzerine fazla gitmediler. Fakat Almanya’daki Deniz Feneri davasıyla işler tersine döndü. İlk kez İslami kesimde “neler oluyor?” sorusu bu kadar yoğun ve etkili bir şekilde soruluyor. Çünkü ticari bir faaliyet değil, dindarlar için hayati bir öneme sahip olan yardımseverlik söz konusu. Yoksullar ve yoksunlar için toplanmış paraların üzerine yatıldığı iddiaları bugüne kadar görülmemiş bir iç sorgulamayı ve belki de hesaplaşmayı tetikleyeceğe benziyor. Kısacası bu skandal Kanal 7’yi, Zekeriya Kahraman’ı, Zahid Akman’ı, Tayyip Erdoğan’ı, AKP’yi çoktan aşmış ve tüm İslami hareketi kuşatmış durumda. Adı geçen kişi ve kurumların hiçbirinin bu olayla ilgisi çıkmayabilir, olsa da kanıtlanmayabilir. Fakat sadece Almanya’da yargılanan kişiler ceza alsa bile, ki alacağa benziyorlar, bir şeylerin büyüsünün bozulduğu kesin.
Deniz Feneri davasının İslami kesime faturasının çok ama çok ağır olacağını rahatlıkla söylebiliriz.