“Ezeli düşmanlık”tan “ezeli rekabet”e
.
Her ne kadar iki gün önce “derbilerin eski tadı yok” diye yazmış olsam da, bir Galatasaraylı olarak Çarşamba akşamı oynanan maçtan son derece keyif ve tat aldığımı gizleyecek değilim. Tabii ki öncelikle takımın oynadığı güzel futboldan ve sonuçtan söz ediyorum. Bu nedenle başta Fatih Terim’i ve tüm futbolcuları tebrik etmek isterim. GS tribünlerinde ne zamandır görmediğimiz atmosferi yaşattıkları için kendilerine müteşekkirim, müteşekkiriz.
Derbiye tadını veren belki de en önemli husus, bir-iki küçük arıza sayılmazsa son derece sakin ve centilmence geçmiş olmasıdır. Halbuki stad yolunda, özellikle metroda tanık olduğumuz taşkınlıklar, küfürler vs. hiç açıcı değildi. (Bu arada, böyle bir derbiyi Çarşamba 19.30’a koyan federasyonu bir kez daha tebrik etmemiz şart. Bu acayip zamanlamaya bir de yağmur eklenince Seyrantepe’ye ulaşmak hayli müşkül ve eziyetli oldu.)
Küfürün kayboluşu
Daha ilk yarım saat dolmadan, maçı birlikte izlediğim liseli arkadaşlarımdan Kadri (Milliyet yazarı Kadri Gürsel), “Dikkatini çekti mi, hiç küfür yok, sadece takıma destek var” dedi. Haklıydı ve bu durum maçın sonuna kadar devam etti.
Önceki derbilerden maalesef aşina olduğumuz küfürlü tezahüratın bu sefer belirgin ve rahatsız edici bir şekilde yaşanmamış olmasının nedenlerini araştırdığımızda karşımıza ilk olarak GS’nin daha ilk dakikalardan itibaren oyuna ağırlığını koyması ve golleri yakalaması çıkıyor. Yine de önceki örnekler hatırlandığında bunun tek başına yeterli bir açıklama olamayacağı bellidir.
“Peki neden?” diye sorulacak olursa, bir tür “mağdurla dayanışma”, en azından “düşene vurmama” refleksinin söz konusu olduğu karşılığını veririm. Bu değerlendirmeme hem GS, hem de FB taraftarlarından kızan çok çıkacaktır, fakat kulüp yönetiminin organize bir çalışması olmadan (hoş olsa, ne kadar etkili olurdu, o da ayrı) GS taraftarının (ve tabii ki, aynı zamanda oyuncularının) ezeli rakiplerine, yıllar sonra belki de ilk kez “düşman” muamelesi yapmamasının yaşanan konjonktürle doğrudan ilişkisi olduğu açıktır.
Aynı gemide
Konjonktür derken tabii ki şike soruşturmasını kastediyorum. GS camiasında Fenerbahçe’nin başına gelenlere çok fazla üzülen olduğunu iddia edecek değilim. Hatta başlangıçta FB’nin kümeden düşürülme ihtimali epey bir coşkuya da sebep olmuştu. Fakat süreç ilerledikçe hem federasyonun böyle cesur bir adım atamayacağı anlaşıldı, hem de GS taraftarları arasında “işi tadında bırakmalı” duygusu giderek öne çıkmaya başladı. Bunda, şike soruşturmasıyla birlikte ortaya çıkan siyasal saflaşmanın da etkisi olabilir. Ama önceliğin “aynı gemide olma” duygusu olduğu düşüncesindeyim. Eninde sonunda büyük takımların bir şekilde yer almadığı bir ligin pek “süper” olmayacağı ortadadır.
“AKP içi iktidar kavgaları” ve/veya “AKP-Gülen cemaati ilişkisi” üzerine yazmamı bekleyenleri en azından bugünlük hayal kırıklığına uğrattığımın farkındayım. Ama sözünü ettiğim temalar hakkında o kadar çok kişi yazıp konuşuyor ki bu konulara bir müddet girmemek daha hayırlı olabilir.