Erdoğan'ın Gökçek'e ihtiyacı var mı?
.
Melih Gökçek’in başlattığı “soy-sop” meselesine girmek aslında hiç de istediğim bir şey değildi. Bunun iki ana nedeni var:
1) Bir gazeteci olarak, her ne kadar kendisi ilgi alanlarımın tam ortasında yer alsa da, Gökçek’ten söz etmek, hakkında yorum yapmak öteden beri hoşlandığım bir şey değildir. Kendisinden çekindiğimden filan değil, fakat kendisini bir şekilde muhatap aldığımda benden bir şeylerin eksileceğini düşünmüşümdür.
2) Bu soy-sop muhabbetleri dönüp dolaşıp her toplumda alttan alta varlığını etkili bir şekilde sürdüren ırkçılığın ve buna bağlı olarak “sıradan faşizm”in işine yarar. Sık sık öyle anlar gelir ki, bir ırkçıya ırkçı olduğunu söylediğiniz için siz “düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı” olmakla itham edilebilirsiniz.
Ama dün Yeni Şafak’ta, benim “gerilla gazeteci” olarak tarif ettiğim, dostum Hakan Albayrak’ın yazısını (http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t= 18.08.2010&y=HakanAlbayrak ) okuduktan sonra Gökçek ve onun beslediği ırkçı-faşist söyleme karşı sessiz kalmanın söz konusu olamayacağını düşündüm. Hakan haklı olarak Gökçek’in “Bütün etnik kimliklere saygılıyız. (Kılıçdaroğlu’nun) Anne tarafından Ermeni olması hiç sorun değil, ama bunu gizlemesi yakışık almıyor. Ermenilik utanılacak bir şey değil ki...’ teviline kim inanır?” diye soruyor. Gerçekten tam Gökçek’e uygun bir davranış. Kılıçdaroğlu’nun soy-sopunu kurcalamasının ayıbını yoksayarak CHP liderini “yakışıksız” davranmakla suçlayabiliyor. Aslında bu konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok. Gökçek ve onu türündekilere en güzel cevabı Hrant Dink’in cenazesinde onbinlerce vatandaş “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla vermişti.
İki farklı akım
Hakan Albayrak’ı en çok şaşırtansa Başbakan Erdoğan’ın Gökçek’i uyarmak yerine Gaziantep’teki konuşmasında “Ben buradan muhaliflere sesleniyorum; önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy!” demesi olmuş. İşte bu noktada soy-sop meselesini bırakıp Erdoğan-Gökçek ilişkisini biraz irdelemek yararlı olabilir. Bilindiği gibi 1994 yerel seçimlerinde RP adayı Erdoğan’ın İstanbul, Gökçek’inse Ankara büyükşehir belediyelerini kazanmaları deprem etkisi yaratmıştı.
O seçimlerin hemen ardından çıkan “Ne Şeriat Ne Demokrasi, RP’yi Anlamak” adlı kitabımda Erdoğan ile Gökçek’in RP’de iki ayrı akımı temsil ettiklerini söylemiş ve şu tahlili yapmıştım: “Erdoğan’ın başını çektiği yenilikçi kanat RP’nin ruhuyla ‘83 ANAP ruhu’nu harmanlayabilir. Erbakan sonrasının en güçlü lider adayı olan Erdoğan, RP’den, ‘yeni ve daha İslami bir ANAP’ çıkarabilir. Erdoğan’ın globalleşmeyi gözeten liberal-kentli stratejisinin karşısına Gökçek’in İç ve Doğu Anadolu’daki ‘ezan-bayrak’ duyarlığını gözeten faşizan-taşralı stratejisinin çıkması ihtimal dahilindedir.”
İnişli-çıkışlı grafik
O günden bu yana Erdoğan ile Gökçek’in ilişkileri hep inişli-çıkışlı bir grafik izlemiştir. Fazilet Partisi’nin kapatılması üzerine yasaklı Erdoğan’ın siyasi geleceğinin kalmadığı öngörüsünde bulunan Gökçek, AKP’nin kurulmasından önce Demokrat Parti üzerinden sağın liderliğine soyunmuş, hatta Washington’a kadar uzanmış, nihayet gecikmeli de olsa AKP’ye katılmıştı.
Son yerel seçimler öncesi AKP’de adı en son açıklanan adaylardan biri olması da bize, Erdoğan başta olmak üzere iktidar partisi yöneticilerinin (bu arada Köşk’e çıkmış olan Gül’ün) kendisinden sonunda kurtulmak istediklerini düşündürtmüştü.
Gökçek’in referandum sürecinde Kılıçdaroğlu’nu yıpratma işine soyunmuş olması, kendisini partisine yeniden kabul ettirme gayreti olarak bir yere kadar anlaşılabilir, fakat bu anayasa paketiyle Türkiye’yi daha da demokratikleştirme iddiasındaki iktidar partisinin (ve tabii ki Başbakan’ın) onun önünü açıyor olmasını anlamlandırabilmek pek mümkün değil.
Erdoğan’ın ve bu paketin geçmesini arzulayanların Gökçek’e ve onun ırkçı söylemlerine sahiden ihtiyacı var mı?