Erdoğan’ın Suriye’ye bakışı değişti, iyi de oldu
.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’in haberine göre Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Eylül başında kabul ettiği CHP heyetine “Ben değişmedim, Tayyip Erdoğan değişti” demiş. Haksız sayılmaz. Ama onun bu tespiti doğru diye Ankara’nın son dönemde geliştirmeye çalıştığı Suriye politikasının “yanlış” olduğunu söylemek yanlış olacaktır.
Biraz karışık bir cümle oldu ama şunu söylemek istiyorum: Siyasi iktidarın, bu ülkedeki halk hareketleri başlayana kadar olan dönemde geliştirmiş olduğu Suriye politikası yanlıştı. Esad’ın olur olmaz vesilelerle sık sık Türkiye’ye gelmesi, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere üst düzey isimlerin Şam’ı üst üste ziyaret etmesi; iki ülkenin bakanlar kurulunun ortak toplanması gibi aşırı muhabbetler, belki “komşularla sıfır politika” konseptine uygundu ama eşyanın doğasına aykırıydı. Bir yana Suriye’deki otoriter (ki olağanüstü durumlarda totaliter olduğunu da gördük) Baas rejimini, diğer yana da Türk demokrasisini koyduğumuzda “eşyanın doğası”ndan ne kastettiğim anlaşılmıştır, sanırım.
Ankara ile Şam arasındaki o yoğun muhabbet dönemlerini hep uzaktan, garipseyerek ve kuşkuyla izledim. Bu yüzden çok görmek istediğim Suriye’ye bir gazeteci olarak gitmek hiç içimden gelmedi. Örneğin kendi ülkesindeki Kürtlerin çoğuna vatandaşlık hakkı bile vermeyen Esad’ın meslektaşlarıma Türkiye’nin Kürt sorununun nasıl çözüleceğini anlatmasına ve bu sözlerin manşetlere çıkmasına bir anlam veremedim.
Türkiye-Suriye ilişkileri uzun bir süre Hatay ve PKK gibi kritik konular nedeniyle hep gergin olmuştu. Ama ben Baas rejimini bu tür “milliyetçi” gerekçelerle değil, kendi halkına reva gördüğü muamele, örneğin 1982 Şubat ayı başında Hama şehrinde yapılan katliam nedeniyle hiç sevmedim. Bir solcu olarak, Suriye’deki rejimin kendini “sosyalist” gibi sunmasından, laiklik yanlısı biri olarak yine Baasçıların kendilerinden “Arap dünyasının tek laik ülkesi” olarak bahsetmelerinden ayrıca rahatsız oldum, oluyorum.
Suriye’nin yakın geleceği hayli belirsiz. Çünkü sivil toplum çok güçsüz, rejimse çok güçlü. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri kaygıyla izlediği ama elinden de çok fazla şey gelmediği ortada. Ama en azından tercihin Baas rejiminden değil Suriye halkından yana yapılmış olması bile, geç kalınmış olsa da, olumlu bir gelişmedir. Dolayısıyla Ankara’nın bu belirsizlik içinde geliştirmeye çalıştığı politikaları “Amerikan kuyrukçuluğu” gibi basit suçlamaların ötesinde anlamaya ve eleştirmeye çalışmak gerekiyor.
Tenzile Erdoğan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim.
Cemil Bayık’a
PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Cemil Bayık geçtiğimiz günlerde verdiği bir mülakatta uzun uzun Türk basınına değinmiş ve benim de adımı anmış. Kendisiyle tanışma imkanımız olmadı, ama belli ki birbirimizi yakından takip ediyoruz. Örneğin 8 Aralık 2007’de Vatan’da “Karayılan ve Bayık’ın artık emekliliği şart!” başlıklı bir yazı kaleme almış ve şöyle demiştim:
“Cemil Bayık örneğini ele alalım: 56 yaşında olan Bayık, 24 yaşında Öcalan’la birlikte PKK’nın tohumlarını attı. Örgütte hep üst düzey görevler alan Bayık’ın en az 25 yılı Suriye, Lübnan, İran ve Irak’ta geçti ve geçiyor. Kent merkezlerinde, bulunduğu otoriter ya da totaliter sistemlerle yönetilen ülkenin istihbarat servislerinin izin ve denetiminde, dağlardaysa her an tetikte, diken üzerinde geçen bir hayat. Sonuçta Bayık gibi birinin Türkiye ve dünyada yaşanan olağanüstü değişim ve dönüşümleri görüp anlayabilmesi; bunlara uygun politikalar geliştirebilmesi ne derece mümkün olabilir? ”
Bayık artık 60 yaşında ve emekli olacağa benzemiyor. Hatta sözlerinden benim emekliliğimi beklediği anlaşılıyor. Şaka bir yana, hakkımda söyledikleri üzerine Bayık’a bir şeyler söylemek istiyorum:
1) Orada medya dedikodularını da takip ettiğiniz anlaşılıyor, ama bilginiz yanlış: NTV’den atılmış değilim.
2) Yıllardır Kürt meselesinde belli bir doğrultuda yazdım ve bundan sapmamaya çalışıyorum. Dolayısıyla son dönemde, kendime yer bulmak için hükümetin politikalarını destekleyen, hükümeti rahatsız etmeyen bir dil kullanmaya dikkat ettiğim filan yok.
3) “Eski solcu” lafından, en azından kendim için hiç hoşlanmam. Çünkü Allah’a çok şükür 14 yaşından beri solcuyum ve böyle ölmekte kararlıyım.