Erdoğan’ı dinlemeye değil görmeye geliyorlar
.
“İnsanlar söyleyeceklerini dinlemekten ziyade Başbakan’ın kendisini görmeye geliyorlar.” Erdoğan’ın yakın çevresinden bir ismin yaptığı bu tespitin doğru olduğunu anlamak için dün Samsun Cumhuriyet Meydanı’ndaki mitingi izlemek yeterliydi. Öyle ki Erdoğan konuşmasını bitirip kürsüden inmesine rağmen kalabalığın büyük kısmı alanı uzun süre terk etmedi. Çok sayıda AKP taraftarı Erdoğan’ı daha yakından görmek için otobüsünün etrafına doğru yöneldi ve küçük çaplı bir izdihama yol açtı. 2004 yerel ve 2007 genel seçimlerinde çok sayıda AKP mitingi izledim, benzer sahnelere defalarca şahit oldum ama bu sefer durumun daha farklı olduğunu söyleyebilirim. Daha önce birkaç kez ifade ettiğim gibi, 22 Temmuz öncesi ve sonrası yaşanan bazı gelişmeler (Gül’ün Köşk’e çıkması, Şener’in partiyi terk etmesi, Arınç’ın TBMM Başkanlığı’nı bırakması...) nedeniyle AKP ne zamandır bir “Tayyip Erdoğan partisi” ne dönüşmüş durumda. Nitekim Erdoğan’ı yıllardır takip eden ve önceki gün Sinop mitingini izlemiş olan meslektaşım Ergun Aksoy da Samsun’da ilk karşılaştığımızda aynı yorumu yaptı. Geçen Pazar Kocaeli’nde yağmur altında AKP Liderini dinleyen binlerce kişinin de “AKP’li ve AKP’ci” olmaktan çok “Erdoğancı”, daha halk ağzıyla “Tayipçi” olduğunu düşünüyorum. Şu ana kadarki konuşmalarına baktığımızda AKP Liderinin stratejisinin dört ayağı olduğunu söyleyebiliriz:
1) Muhalefeti ve özellikle CHP’yi aciz göstermek: Erdoğan seçime 41 gün kalmasına rağmen hiçbir rakibinin meydanlara çıkamadığını hatırlatıyor ve onları hiçbir somut proje üretemeyip “çamur siyaseti” yapmakla suçluyor.
2) Medyaya yüklenmek: Erdoğan daha 1994’de İstanbul’da adayken büyük medyanın saldırılarının kendi işine yaradığını gördü. Sürekli olarak halkın medyaya karşı güvensizliğini hem tahrik edip hem de bundan geniş ölçüde istifade etti. Bu seçimde de aynı çizgiyi izliyor. Örneğin “dar alanda siyaset” yapmakla suçladığı CHP’nin “yandaş medya” tarafından kontrol edildiğini söylüyor. Dolayısıyla siyasi rakiplerinden çok bazı medya kuruluşlarını hedef tahtasına oturtuyor. Dün Samsun’da, bir zamanlar yaptığı gibi, hükümetini eleştiren medyaya bir nevi şantaj yapmaktan geri durmadı. “Bize saldırıyorlar çünkü bunların hortumlarını kestik. Bunlarda her tür suiistimal var. En sonunda bana onları da açıklatacaklar. Beni o noktaya doğru sevk edersen bunu söylerim. Bundan da rahatsız olma” diyen Erdoğan’ın bu temayı kampanya boyunca sürdürmesi şaşırtıcı olmaz.
3) İcraatını öne çıkarıyor: Erdoğan’ın son günlerde tırmanan yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılık iddialarından hayli rahatsız olduğu kesin. Fakat dün Samsun’da bunların hiçbirini somut olarak ele almadı ve cevap vermedi. Bunu da “bunların iftiralarına cevap yetiştirmeye kalksak bu hizmetleri yapamazdık” diye açıkladı. Ondan sonra da her seçim mitinginde olduğu gibi, yaptıklarını ve yapacaklarını çok detaylı bir şekilde anlattı. Zaten AKP’nin bu seçimdeki iki temel slogandan biri “işimiz hizmet, gücümüz millet.”
4) Hedefini yüksek tutuyor: Davos’un verdiği moralle tam anlamıyla coşan AKP Lideri sık sık “milli hassasiyetler”e ve Türk tarihine atıfta bulunuyor. AKP’nin bu seçimdeki ikinci sloganı olan “Sen Türkiye’sin, büyük düşün”ü gittiği her ile uyarlıyor. Erdoğan 29 Mart seçimlerinde de çıtayı adım adım yükseğe çekiyor. 22 Temmuz’da yüzde 47 almaları üzerine muhalefetin “ama yüzde 53 karşınızda” dediğini hatırlatan AKP Lideri şöyle devam etti: “Eminim ki halkımız onlarla hangi dilden anlıyorlarsa o dilden konuşacak. Bu seçimde onlara ’yüzde 47’yi de mi beğenmediniz? Alın size’diyecek.”
Evet Erdoğan bu seçimlerde hedeflerinin yüzde 47’yi aşmak, dolayısıyla yüzde 50’lere ulaşmak olduğunu ilk kez dolaylı da olsa ifade etti. “Yüzde 50’yi aşabilir mi?” sorusunu daha önce de tartışmıştım. Şimdilik şunu söyleyebilirim: Kocaeli ve Samsun’da tanık olduğum görüntüler bu eşiğin imkansız olmadığını bana gösterdi. Bakalım kalan 40 günde nelere tanık olacağız.