Düşmanlarının silahlarıyla silahlanan kutsal Ergenekon avcıları
.
Ergenekon sürecinde “ortayolcu” bir çizgide ısrar ettiğim için istisnasız her iki tarafın alay, hakaret, suçlama dolu taarruzlarından bunalmışken üniversite öğrencisi bir okurun kısa e-postası ilaç gibi geldi. Kendisini “Cumhurbaşkanımızın hemşerisi” ve “Necip Fazıl (Kısakürek) ile büyümüş biri” olarak tanımlayan okurum “Sizi anlıyorum Ruşen abi. Sizin sol görüşlü biri olduğunuzu biliyorum” diye başlayan mektubunda Ergenekon’a bakışını şöyle açıklamış:
“Bu konunun gidebildiği yere kadar gitmesini istiyorum. Bu işin çözülmesini istiyorum. Devlete yapışmış bir kene varsa bu halledilsin istiyorum.”
Okurum “ancak” deyip şöyle devam ediyor: “Bu iş yapılırken bu zamana kadar Müslüman insanlara yapılan haksızlıkların şimdiki insanlara yapılmasını istemiyorum. Belki içeriye alınanlar içinde gerçekten suçsuz olan insanlar olabilir. Bunlar için üzülüyorum. Sizi anlayan karşı cenahtan insanların varlığını bilmenizi istedim. Biz müspet insanlar her kim olursa olsun, Müslüman olmasa dahi ezilen suçsuz insanlar için üzülürüz.”
Erdemliler ittifakı
Yönetenler ile yönetilenler arasında doğrusal bir ilişki bulunmamakla birlikte, birbirlerini beslediklerini düşünürüm. Bu bağlamda Hz. Muhammed’e atfedilen “Kavimler layık oldukları şekilde yönetilirler” sözüne daha yakın dururum. Bu yüzden, alıntıladığım okur mektubunu “sessiz çoğunluğun sesi” gibi bayağılıklara kapılmadan, önce bir “dayanışma hamlesi”, daha sonra da bir “ittifak önerisi” olarak görüyorum. “İttifak” kavramına takılıp çok büyük siyasi projeler önereceğimi sananlar yanılır. Şöyle ki, okurumun “müspet insanlar” diye tanımladığı kişiler bu ülkede çoğunlukta değiller. Çoğunluk olsalar bile güçlü değiller. Dolayısıyla dinleri, inançları, yaşam tarzları ne olursa olsun biraraya gelip herkes için eşit hak ve özgürlük talebini dile getirmeleri çok isabetli olur. Bu noktada, bazı İslamcıların 1980 sonlarında, yani muhalefetteyken gündeme soktukları “Medine Vesikası” ve bununla bağıntılı olarak “Erdemliler İttifakı” (Hilfü’l-Fudul) gibi önerileri neden bugün unutmuş olduklarını sorabiliriz.
Bumin’in isyanı
1980 ve 90’lı yıllar Türkiye’de “irtica avı” ile geçti. Aynı yıllarda, İslami hareketi “ilericilik/gericilik” yerine “gelenek/modernlik” perspektifinden bakarak anlamaya ve anlatmaya çalıştığım için; örneğin istihbarat raporları yerine İslamcıların yazdıklarını okuduğum; polis ve savcılar yerine bizzat İslamcılarla konuştuğum için bazıları tarafından lanetlendim ve “şeriatçıların ekmeğine yağ sürmek” le suçlandım.
Zamanla iki kutup yer değiştirdi; avcılar av, avlar avcı oldu. Ama benim gibilerse aynı yerde kaldılar. Dün “her dindar İslamcı, her İslamcı terörist değil” derken şimdi “her muhalif ulusalcı, her ulusalcı Ergenekoncu değil” demeye çalışıyoruz. Tabii bu sefer de “Ergenekoncuların ekmeğine yağ sürmek” le suçlanıyoruz.
Dün medyanın yargısız infazlarından en fazla mağdur olan Fethullah Gülen cemaatine mensup kişiler bugün birer “kutsal Ergenekon avcısı” oldular. Nasıl dün “kutsal irtica avcıları” sadece İslamcıları değil, onların da hak ve hukukunu gözetmek gerektiğini savunanları karşılarına almışlarsa, bugün Gülen cemaatine yakın medya kuruluşlarında soruşturmayla ilgili herhangi bir itirazı olan kişiler de çarmıha geriliyor.
Son kurbanlardan biri Kürşat Bumin’di. Bumin’in günahı “Her kötülüğü Ergenekon’un hesabına yazmak doğru mu?” gibi haklı bir soruyu sormuş olması ve TRT’nin Tuncay Güney yayınını eleştirmesiydi. Cumartesi günü Yeni Şafak’ta kendisini linç etmeye kalkanları “fitne fücur” olarak tanımlayan Bumin “Siz mi bana ’demokrasiden dem vurmayı’ öğreteceksiniz? Siz mi bana Ergenekon’u anlatacaksınız?” diye öfkeyle sordu. (http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=14969&y=KursatBumin)
Ava giden avlanır
Birilerinin esas derdinin yakın geçmişin intikamını almak olduğu ortada. Keşke ellerindeki muazzam imkanları gerçekten demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile hukuk devletinin hizmetine koşsalardı. Zira hedeflerine ulaşma şansları hiç yok. Çünkü düşmanlarının silahlarıyla silahlanmış durumdalar.
Şimdilik, “eğer o silahlar bir işe yarasaydı, siz çoktan yok olmuş olurdunuz” demekle yetinelim.