Dönem hassas gündem kritik ziyaretçi önemli
.
İstanbul’daki Amerikan Başkonsolosluğu’na saldırının hemen ardından gelmiş olması kafaları karıştırmasın, Stephen Hadley’in Ankara ziyareti çok önceden tasarlanmıştı. Diğer bir deyişle, saldırı olduğu için gelmediği kesin, ancak teröristler pekala onun gelişini de hesaba katarak başkonsolosluğu hedef seçmiş olabilirler.
Her ne kadar basın mensuplarına Irak’tan, terörden, PKK’dan bahsetmiş olsa da Hadley’in ziyaretinin asıl amacının, o adını hiç anmadığı “İran” olduğunu biliyoruz. Zira son aylarını yaşayan Bush yönetiminin, Irak’ta belli bir istikrarın yakalandığı andan itibaren Ortadoğu ile ilgili en önemli gündem maddesi İran ve bu ülkenin nükleer programı oldu. Ne zamandır Bush’un önünde iki seçenek var: Anlaşma veya saldırı.
Biliyoruz ki onun gönlünden, ne yapıp edip bir şekilde İran’ı vurmak geçiyor. İsrail yönetimi de bu konuda kendisini teşvik ediyor, “sen vurmayacaksan bırak biz vuralım” demeye getiriyor.
Öte yandan Bush, Cumhuriyetçi aday John McCain’e bir ölçüde (ama tamamen değil) güveniyor fakat Demokrat aday Barrack Obama’nın, başkan seçilmesi durumunda Tahran’a karşı güvercin tavrı takınmasından endişe ediyor. Dolayısıyla, her ne kadar şu günlerde anlaşma rüzgarları eser gözükse de Bush Obama’nın elini ve kolunu şimdiden bağlamak için sürpriz bir şekilde sert adımlar atabilir. Sonuç olarak Bush hangi yolu seçerse seçsin Türkiye’nin rıza, onay ve hatta mümkünse desteğini almak isteyecektir.
Ahmedinecad’ın da zaman kazanarak Bush ile anlaşmaya yanaşmamak ve tecrübesiz yeni başkanla (tercihen Obama ile) masaya oturmak isteyeceğini tahmin edebiliriz.
İki taraf da birbirine muhtaç
Bush ne kadar Türkiye’nin gözünün içine bakıyorsa, AKP hükümeti de aynı ölçüde Washington’a odaklanmış durumda. Hadley’in ne kadar hassas bir dönemde Ankara’ya geldiği ortada: AKP davası sonuçlanmak, Ergenekon davası başlamak üzere ülkedeki kamplaşma giderek genişliyor ve farklı kaynaklardan beslenen terör eylemleri gerginliği iyice tırmandırıyor. AKP hükümeti, hem davayı kazasız belasız atlatmak, hem de Ergenekon’da gidebileceği yere kadar gidebilmek için Batı’nın, en çok da Washington’un desteğine ihtiyacı var.
Dava ilk açıldığında tereddütlü davranan Amerikan yönetimi daha sonra verdiği mesajlarda AKP’nin kapatılmasını hiç arzu etmediğini olabildiğince açık bir şekilde beyan etti. Hadley’in ziyaretinin, raportörün raporunu vermesinden bir gün sonraya denk gelmesinin sembolik anlamı yüksek. Gündemi tamamen farklı da olsa Bush’un en yakın adamının Gül, Erdoğan ve Babacan ile görüşmüş olmasını AKP’ye destek olarak yorumlayacaklar çıkabcaktır.
Ergenekon konusundaysa Washington’un gözle görülmese de aktif bir desteği olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Ergenekon savcılarından biri olduğunu tahmin ettiğimiz bir kaynak, ismini vermeden Sabah Gazetesi’ne İstinye saldırısının “Ergenekon koktuğunu” söyledi ve bu iddiasını gerekçelendirmek için “doğrudan polisi hedef alan saldırı aynı zamanda Ergenekoncuların baş düşmanı olan ABD’nin desteklediklerine ya da ABD’yi destekleyenlere de bir gözdağı niteliğinde” diyebildi.
Öte yandan, Türkiye’nin en tescilli Amerikancılarının başından itibaren soruşturmayı yürüten savcılar, operasyonları yapan polisler ve bütün bunlara siyasi destek sunan AKP hükümetine kayıtsız şartsız destek verdiklerini biliyoruz.
Bu Amerikancı-AKP yol arkadaşlığı, 2002 sonu-2003 başlarındaki ittifak günlerini andırıyor. Bilindiği gibi 1 Mart 2003 günü TBMM tezkereyi kabul etmeyince söz konusu Amerikancılar en ağır suçlamalarla AKP ile yollarını ayırmış ve onun aleyhine yoğun bir lobi faaliyeti yürütmüşlerdi.
Türkiye karışmaz
Tarihin tekerrür edeceğini sanmıyorum. Her şeyden önce Washington ve onun çıkarlarını burada savunanlar, 1 Mart deneyiminden sonra, AKP’nin İran’a askeri bir müdahaleye hiçbir şekilde destek vermesinin söz konusu olamayacağını çok iyi öğrenmiş olmalılar. Zaten hükümet de Hadley’in ziyaretinin ertesi günü İran Dışişleri Bakanı Manuçher Muttaki’yi ağırlayarak tarafsızlık politikasının altını bir kez daha kalın bir şekilde çiziyor.
Sonuç olarak Türkiye, İran ile ABD’nin arasını bir şekilde bulabilirse -ki pek ihtimal vermiyorum- müthiş bir şey olur. Şimdilik ABD ile İran arasında herhangi birini tercih etmeyeceğini bilmemizin verdiği gönül rahatlığıyla yetinebiliriz.