Depremi de siyasallaştırdık
.
Dün Meclis’in gündeminde Van depremi vardı. Önce MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup konuşmasında önemli bir bölümünde hükümeti deprem yüzünden sert bir şeklide eleştirdi. Ardından Başbakan Erdoğan, partili milletvekillerine (ve televizyonlar aracılığıyla tüm ülkeye) hitabının ilk, en kapsamlı ve en can alıcı bölümünü yine deprem konusuna ayırmıştı. Nihayet BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da konuşmasında ağırlıkla deprem konusuna değindi. (BDP Lideri, adını vermeden, Bahçeli’yi deprem konusunda hükümeti eleştirmemekle suçladı ve bunu onun “ırkçı” olmasıyla açıklamaya çalıştı fakat konuşma metnine tekrar göz attığımda MHP Lideri’nin AKP’ye karşı hiç de müsamahakâr davranmadığını görüyorum. Bahçeli’nin, adını anmadan da olsa, Somali’ye yardım kampanyasına da taş atmış olmasının Başbakan Erdoğan’ı ayrıca öfkelendireceğini kestirmek güç değil) CHP Lideri Kemal Kılıçdaoğlu eğer KKTC’de olmayıp grupta konuşma yapmış olsaydı muhakkak o da depremi ana gündem maddesi yapardı.
Van depremi konusunda muhalefet partilerinin farklı ve ortak eleştirilerini, hükümetin bunlara verdiği cevapları bir kenara bırakıp ortaya çıkan tablonun adını koyalım öncelikle: Bir süredir elbirliğiyle Van depremini siyasallaştırmayı başarmış durumdayız ve an itibariyle buradan geri dönüş pek mümkün görünmüyor.
Halbuki Van’dan hiç iyi haberler gelmiyor. Daha depremlerin yaraları tam olarak sarılamamışken artçı veya değil yeni deprem ihtimalleri Vanlıları şehri terk etmeye sevk ediyor. Hükümetin şehrin bir süreliğine taşınmasına pek itiraz etmediğini görüyoruz. Fakat hem geçici de olsa taşınma kolay bir iş değil, hem de kalıcı bir çözüm olmaktan hayli uzak.
Keşke açılım sürseydi
Hiç kuşkusuz Van depreminin siyasallaşmasının birinci dereceden sorumlusu son dönmede iyici tırmanan hükümet-BDP gerilimidir. Aslında depremin ilk günlerinde bu gerilimin arka plana itileceğine dair işaretler alınmıştı. Örneğin BDP milletvekilleri ile ilgili bakanlar Van’da bir araya gelmişler, toplatı sonrası herhangi bir açıklama yapılmaması da hayra yorulmuştu. Fakat kısa süre içinde hükümet ile BDP’nin, diğer deyişle valilik ile belediyenin ortak hareket edecekleri yolundaki beklentiler boşa çıktı. Ortak hareket olmadığı gibi, tarafların sistemli bir şekilde birbirlerini suçlamayı tercih ettiklerine dünkü grup konuşmalarında da tanık olduk.
İnsan ister istemez şöyle düşünüyor: Van depremi Kürt sorununda her iki tarafın şahinlerinin borularını öttürdüğü şu günlerde değil de bundan iki yıl önce, yani “demokratik açılım”ın gündemde olduğu, silahların nispeten az konuştuğu, dolayısıyla “şahinler” değil “güvercinler”in öne çıktığı bir dönemde yaşanmış olsaydı böyle mi olurdu?
Bu soruya benim cevabım, hiç tereddütsüz “Kesinlikle hayır” olacaktır. Açılımın tüm ülkeye yaymış olduğu (ve maalesef kısa ömürlü olan) sıcak atmosfer Van’da kendini gösterdiğine, devlet ile toplumun hep birlikte, hızla yaraları sardığına tanık olabilirdik. Bu yönüyle deprem açılım iddialarının ve çözüm kararlılığının sınanmasına vesile olurdu.
Bilmiyorum benden başka açılımın ilk günlerini özlemle anan ve kaldığı yerden tekrar devam etmesini temenni eden kaç kişi kaldı ama her iki tarafın birden “topyekûn savaş”ta ısrar etmesini bu ülkenin çok fazla kaldırabileceğini sanmıyorum.
PKK’nın sorumluluğu
Bugün çetin kış şartlarında Van’da binlerce kardeşimizin durumlarının daha da zorlaşmasında Kürt sorununun bir türlü çözülememesinin rolü çok büyüktür. Ve onların acılarının daha da derinleşmesinin birinci derecede sorumluları bu savaşın daha da kızışmasına sebep olanlardır. Bu noktada tabii ki birinci derecede sorumluluk PKK’nındır. PKK’nın hâlâ silahta ısrar etmesinin, masum sivillere zarar vermekten bile çekinmemesinin ve gencecik çocukları nafile eylemlere yönlendirip ölüme sürüklemeyi sürdürmesinin kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Bu nedenle yazımı yıllardır tekrarladığım bir çağrıyla bitirmek istiyorum. İlk adım PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakmasıdır.