Cumhurbaşkanlığı seçimlerine erken ve gerekli bir bakış
.
Genel seçimlerin erkene alınıp alınmayacağı bir süredir tartışılıyor. Her ne kadar Başbakan Erdoğan zamanında yapılacağında ısrarlıysa da şu ya da bu gerekçe veya gerekçelerle seçimlerin tarihini öne alması kuvvetle muhtemeldir. “Alması” diyorum çünkü iktidar partisinin arzu ve rızası olmadan seçimlerin tarihiyle oynamak mümkün değil; AKP’de de ilk ve son sözü Erdoğan’ın söylediği malum.
Genel seçimler zamanında veya erken yapılacak ve Türkiye’nin kaderinde hayli etkili olacak fakat esas, normal şartlarda 2012’de yapılacak olan (yasa henüz geçmediği için tarih ve diğer detaylardaki belirsizlikler sürüyor) Cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkenin kaderini belirleyeceğini; hatta çoktan belirlemeye başladığını söyleyebiliriz. Bu iddiamı birkaç maddede izah etmeye çalışayım:
1 Her ne kadar bizde “başkanlık” veya “yarı-başkanlık” sistemi uygulanmasa da cumhurbaşkanının yetkileri hiç de az değil. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve sürmekte olan Abdullah Gül dönemleri Çankaya’nın özgül ağırlığının hiç de hafifsenemeyeceğini bizlere gösterdi, gösteriyor.
2 İlk kez halk tarafından seçilecek olması cumhurbaşkanlığının cazibesini epey artırıyor, hatta katlıyor. Yetkileri ne kadar aynı kalırsa kalsın meşruiyetini TBMM değil de doğrudan halktan alacak olan bir cumhurbaşkanının özgüveni, buna paralel olarak otoritesi artıp pekişecektir.
3 Tasarıya göre seçimlerin ilk turunda geçerli oyların yarısından bir fazlasını alan aday Çankaya’ya çıkacak. Eğer kimse bu sonuca ulaşamazsa, en çok oyu almış iki aday arasında ikinci tur yapılacak ve daha fazla oy alan kazanmış olacak. Bugünkü siyasi yelpazede hiçbir parti yüzde 50’ye ulaşamadığı için, adaylar ister belli bir partiden gelsin, ister partilerüstü olsunlar mutlaka birden fazla partinin seçmen tabanından oy almak zorundalar. Bu da söylem ve davranışlarda olduklarından daha çoğulcu davranmalarını gerektiriyor.
4 Günümüz siyasetçileri arasında halk tarafından seçilecek ilk cumhurbaşkanı olmayı arzulayan çok kişinin bulunduğunu kestirmek herhalde zor olmayacaktır. Abdullah Gül’ün bunlardan biri olduğunu düşünüyorum; Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal’ın da benzer duygulara sahip olduklarını ileri sürebilirim.
Çankaya hesapları
Listeyi uzatabiliriz ancak konuyu şu noktaya getirmek istiyorum: Günümüzdeki siyasi tavır ve davranışları gelecekteki cumhurbaşkanlığı seçimi ekseninde değerlendirdiğimizde çok ilginç ve önemli sonuçlara varabilmemiz mümkün. Örneğin Kürt açılımını ele alalım: Gerek Gül, gerekse Erdoğan’ın birlikte veya ayrı ayrı, açılıma tam anlamıyla angaje olmalarında, Çankaya seçimlerinde Güneydoğulu seçmenin ve ek olarak bu kangrenleşmiş sorunun çözümünü dileyen her kesimin oylarını alma düşüncesi de, belirleyici olmasa da etkili olmuştur. Fakat Habur’da yaşananlarla birlikte rüzgarın tersten esmesiyle, her iki lider de kabaran Türk milliyetçiliğinin etkisiyle açılıma eskisi kadar hevesle asılmaz oldular.
Muhalefetin, özellikle CHP’nin iktidara karşı son derece uzlaşmaz tutumlar sergilemesinde de ciddi ölçüde Çankaya seçimleri boyutu olduğunu iddia edebiliriz. Ülkedeki kamplaşma ve gerilimin kimseye hayrı olmadığı ortada, fakat bunun daha da tırmanmasının faturasını en çok AKP’nin ödeyeceği de aşikâr. Genel seçimlerde hangi oy oranını tutturursa tuttursun; ister yine tek başına iktidar olsun, ister başka bir parti ya da partilerle koalisyon hükümeti kursun, isterse muhalefette kalsın, AKP’nin kendi bünyesinden çıkarttığı bir adayı Çankaya’ya çıkarabilmesi her geçen gün daha da zorlaşıyor. Örneğin AKP’liler Salı günü TBMM’de MHP’lilerle kavgaya tutuşarak (kimin haklı kimin haksız olduğu bir süre sonra iyice anlamsızlaşacaktır) bu partinin seçmeniyle arayı biraz daha açmış olduklarını görüyoruz.
Peki Abdullah Gül’ü farklı, AKP’den ayrı değerlendirmek mümkün olabilir mi? Bugüne kadarki icraatının böyle bir duruma tam olarak kapı aralamış olduğu söylenemez fakat önümüzde epey bir zaman var ve Gül’ün “partilerüstü” imajına sahip olmasına yetecek epey vesile çıkacağı da muhakkak.
Son olarak, kimilerine bu konuları tartışmak çok erken gelebilir ancak Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte bir “cohabitation”, yani başbakanla cumhurbaşkanının farklı partilerden olduğu bir döneme geçebilir.