Cemaat ve hükümet nihai kapışmayı erteliyor
.
Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki savaşın ilk hasar tespit raporunu 20 Aralık‘ta, dördüncü ve sonuncusunuysa 10 Ocak‘ta yazdım. Geçen süre zarfında savaşın her iki tarafa ve üçüncü şahıslara verdiği hasar iyice arttı. Şu ana kadar yaşananlar “bu savaşın kazananı olmayacak, kimin daha çok ya da daha az kaybettiğine bakmamız gerekecek“ önermesini fazlasıyla doğruluyor. Fakat son tahlilde kimin neyi ne kadar kaybedeceğini kestirebilmemize yardımcı olacak ölçüde net bir tabloya hâlâ sahip değiliz, olabilecekmişiz gibi de görünmüyor.
Acil galibiyet arayışı
Gelinen aşamayı, bir dostum, Hakan Altınay şöyle özetledi: “Mağlubiyetin bedeli her iki taraf için de artıyor. Bu yüzden her iki taraf da acil galibiyet istiyor ve savaşın dışında kalanları yanına çekebilmek için hoyratça davranıyor.“
Hakan’a katılıyorum ve onun saptamasını biraz daha ayrıntılandırmak istiyorum: Gerçekten de savaş iyice kızışmış durumda ve zaman geçtikçe, şiddet arttıkça bedel daha da artıyor. Bu nedenle hem cemaat, hem hükümet bir an önce savaşı sonlandırmak istiyor. Tarafların ayrı ayrı, savaşın akışını büyük ölçüde değiştirebilecek, hatta savaşı bitirebilecek malzeme ve imkânlara sahip olduklarını düşünmek için çok nedenimiz var. Fakat daha önce “Paralel devlet operasyonu neden başlamıyor?” başlıklı yazımızda (http://rusencakir.com/Paralel-devlet-operasyonu-neden-baslamiyor/2461) değindiğimiz gibi nihai kapışmaya kapı aralayacak bu türden büyük stratejik hamleler, her türlü geri dönüş imkânını ortadan kaldıracağı ve yanlış ayarlanması durumunda hedefi değil özneyi zor durumda bırakabileceği gibi nedenlerle sürekli erteleniyor.
Savaşın yükünü başkasının sırtına yıkmak
Hâl böyle olunca savaşın tarafları, kendilerinin daha az, rakiplerinin daha çok yıpranması için üçüncü şahısları kendileri lehine savaşa sokmaya çalışıyorlar. Cemaatin Başbakan Erdoğan‘la sorunları olan bazı aydınları, hükümetin de cemaat ile sorunları olan bazı kişi ve kurumları, mesela kimi İslami cemaatleri yanına çekmesini bu stratejinin başarılı örnekleri olarak zikredebiliriz.
Ancak son internet yasası örneğinde gördüğümüz ve muhtemelen HSYK yasasında da göreceğimiz gibi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hükümeti değil de, dolaylı da olsa bu savaşta onu yanında görmek isteyen kesimleri hayal kırıklığına uğrattı. Benzer bir şekilde Kürt siyasi hareketi de, Roboski ve Paris katliamlarını MİT ile (dolayısıyla hükümetle) doğrudan irtibatlandıran belgelerin yayınlanmasına rağmen, Abdullah Öcalan‘ın deyimiyle “yangına benzin dökmeyerek“ hükümeti rahatlattı.
En büyük kaybeden: Medya
17 Aralık’tan bu yana başta cemaat ve hükümet, dolayısıyla Gülen ve Erdoğan olmak üzere çok sayıda kurum ve kişi alabildiğine yıprandı, fakat genel bir bilanço çıkarılacak olursa en büyük zararı, zaten itibarı yerlerde sürünen medyanın gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tarafların birbirlerini yıpratmak için, pokerde karşılıklı restleşir gibi sosyal medyadan dolaşıma soktukları telefon dinleme kayıtlarından, ülkemiz medyasının üzerinde iki büyük gözün, Erdoğan ve Gülen’in bulunduğunu öğrenmiş durumdayız.
Öte yandan, düne kadar içtikleri su ayrı gitmeyen, birlikte kurdukları medya derneği aracılığıyla iletişim dünyasını siyasi iktidara göre dizayn etmeye çalışan gazeteciler ve onların kurumları arasındaki savaş ürkütücü boyutlarda seyrediyor.
Eskiden devlet içindeki “paralel“ yapının medyadaki uzantıları tutuklanacak gazetecileri gazete köşelerinden, internet sitelerinden veya televizyon programlarından ilan eder, özel yetkili savcılar da kısa sürede meslektaşlarımızı, “açıklayamayacakları“ (aslında hiç olmayan) delillerle tutuklardı.
Şimdiyse, iddiaya göre, hükümete yakın isimler bazı meslektaşlarını arayıp yazıp söylediklerine dikkat etmeleri uyarısında bulunuyorlarmış.
Bu iddianın doğru olmamasını temenni etmekten başka yapacak bir şey yok maalesef.