Cemaat ile hükümet barışabilir mi?
Hasar tespit raporu/6
20 Şubat’ta kaleme aldığım beşinci hasar tespit raporuna “Cemaat ve hükümet nihai kapışmayı erteliyor” (http://haber.gazetevatan.com/Haber/611100/4/Yazarlar) başlığını uygun bulmuş ve şöyle yazmıştım: “Hem cemaat, hem hükümet bir an önce savaşı sonlandırmak istiyor. Tarafların ayrı ayrı, savaşın akışını büyük ölçüde değiştirebilecek, hatta savaşı bitirebilecek malzeme ve imkânlara sahip olduklarını düşünmek için çok nedenimiz var. Fakat nihai kapışmaya kapı aralayacak bu türden büyük stratejik hamleler, her türlü geri dönüş imkânını ortadan kaldıracağı ve yanlış ayarlanması durumunda hedefi değil özneyi zor durumda bırakabileceği gibi nedenlerle sürekli erteleniyor.”
Geçen 5 hafta içinde her ne kadar karşılıklı hamlelere tanık olsak da her iki tarafın ellerindeki tüm kozları kullanmadıklarını, daha doğrusu kullanmaya cesaret edemediklerini gördük. Örneğin “heybedeki büyük turp”un açıklanacağı duyurulmuş olan ve büyük bir merakla beklenen 25 Mart gününde kayda değer pek bir şey yaşanmadı. (26 Mart günü sabaha karşı bilinmedik bir adresten dolaşıma sokulan Deniz Baykal kasetini Başbakan Erdoğan’a irtibatlandıran kaydı herhâlde bu bağlamdan ayrı değerlendirmek gerekir.)
Hükümeti, daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ı devirmek için ses (belki de görüntü) kayıtlarına fazlaca bel bağlamış olanlar 25 Mart’ta öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar ki hemen bu kayıtları dolaşıma sokan odağa yönelik sempatileri antipatiye dönüştü ve cemaatin son anda hükümetle uzlaşmış olabileceğine dair spekülasyonlar ortalığı kapladı.
Acaba böyle bir ihtimal sahiden söz konusu olabilir mi? Her iki tarafın da çok kötü sıkışmış olduğunu, birbirlerine yönelik her hamlenin aynı zamanda kendilerine de zarar verdiğini, yani karşılıklı olarak birbirlerinin sonlarını hazırladıklarını göz önüne aldığımızda en akıl kârı olanın barış, o olmazsa ateşkes olduğu açık. Ama yaşanan onca şeyden sonra bunun çok ama çok zor olduğu da muhakkak. Yine de tarafların her türlü geri dönüş imkânını mutlak bir şekilde ortadan kaldıracak öldürücü saldırıları sürekli erteliyor olmaları nedeniyle bu kapının, ardına kadar açık olmamakla birlikte aralık olduğunu düşünebiliriz. Şu noktanın altını özellikle çizmek istiyorum: Bu iki yapı arasında yeniden bir ittifakı, önde gelen aktörler aynı kaldığı sürece kesinlikle imkânsız görüyorum. Bununla birlikte her iki tarafa belli bir süre rahatlama sağlayabilecek bir ateşkes ve bunun bir süre sorunsuz yürümesi hâlinde ilişkileri yeni bir zeminde yeniden tanımlama söz konusu olabilir.
Kaybedenler - kazananlar
Son raporda 17 Aralık sürecinin esas kaybedeninin medya olduğunu söylemiştim. Bu o kadar belirgin ki artık medyamız hakkında herhangi bir eleştiri getirmeye gerek bile yok, çünkü hiçbir anlamı kalmadı. Peki 3 ayı aşan zaman zarfında başka kimler kaybetti? Tabii ki öncelikle iktidar partisi. Berkin Elvan olayındaki tavrı ve Twitter’ı yasaklamaya çalışması gibi acı örnekler, Başbakan Erdoğan’ın o çok iyi bildiğimiz “kriz çözücü” ve “gündem belirleyici” özelliğini kaybedip krizler ve gündem tarafından sürüklendiğini gösteriyor. İkinci olarak, her ne kadar hükümete çok ciddi darbe indirmiş olsa da Fethullah Gülen ve cemaati. Çünkü artık Said Nursi‘nin “siyasetten Allah’a sığınırım” sözünün onlar için hiç de geçerli olmadığını herkes görmüş durumda; yani siyasetten sadece kazanma devri cemaat için bitti, artık siyasetle ilgileri nedeniyle çok şey kaybediyorlar.
Bu listeye muhakkak, AKP ve Erdoğan’la olan savaşlarını cemaate havale etmiş kişi, grup, parti ve odakları eklemek lazım. Siyaset (muhalefet) yapmayı kim olduklarını bile tam bilmedikleri kişilerin dolaşıma soktuğu kayıtlara indirgeyen bu çevreler “kullanan” değil “kullanılan” olduklarını çok geçmeden anlayacaklardır.
Buna karşılık cemaat-hükümet savaşına kayıtsız kalmayan, ama taraflardan herhangi birine tam olarak angaje olmayanların belli ölçülerde kazanma ihtimali söz konusu, ki bu noktada akla ilk olarak Kürt siyasi hareketi ve tabii ki MHP geliyor.
Onların bu kaos ortamının yegâne kazançlıları olduğunu anlamamız önümüzdeki yerel seçimlerle tam olarak mümkün olmayabilir. Fakat normal şartlarda AKP ile Gülen cemaati arasındaki savaşın 30 Mart sonrasında da süreceği düşünülürse, bu iki hareketin önlerinin iyice açılacağını ve genel seçimlere çok güçlü bir şekilde gireceklerini ileri sürebiliriz.