Beşikçi direniyor, Türkiye utanıyor
.
Önceki gün, gözaltındaki meslektaşlarımıza destek vermek ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak için Taksim’de buluşup Galatasaray’a kadar yürüdük. İşçi Partililerin can sıkıcı ama başarısız fısatçılığı bir kenara bırakılacak olursa son derece başarılı geçen bu gösteriden birkaç saat sonra, Galatasaray Lisesi’nin bu sefer önü değil de arkasına denk gelen bir mekanda, düşünce ve ifade özgürlüğü, bu arada akademik özgürlük denince akla ilk gelen, ilk gelmesi gereken bir isimle, Dr. İsmail Beşikçi ile buluştuk. Barış Ünlü ve Ozan Değer’in derlediği ve yanlış saymadıysam 53 kişinin yazılarının yer aldığı “İsmail Beşikçi” adlı kitabın İletişim Yayınları tarafından düzenlenen tanıtımı, tam da “Sarı Hoca”nın, sayısını belki kendisinin de unuttuğu bir davasının yine mahkumiyet kararının çıktığı güne denk gelmişti.
Dr. Beşikçi’yi bilmeyen birine nasıl anlatabilirsiniz? Ünlü ve Değer’in 600 sayfayı aşan kitabında onu tanıma, anlama ve tanımlamamıza yardımcı olacak çok sayıda gözlem, anı, tanıklık ve düşünce var. Ben Murathan Mungan’ın yazısının bir paragrafını olduğu gibi alıntılamak istiyorum:
“Son yıllarda çoğu kez hak etmeyen kişiler için yerli yersiz ve bol keseden kullanılmasından ötürü anlam aşınmasına, değer yitimine uğramış, giderek kimseye pek bir şey ifade etmeyen beylik sözlere dönüşmüş klişeler dilimizi kuraklaştırdı. Nicedir, birilerinden söz ederken onurlu mücadele, entelektüel dürüstlük, aydın duruşu, haklı başkaldırı, sol ahlak ve benzeri sözleri ikircimsiz kullanamaz olduk. Yaşamı boyunca karşılaştığı her çeşit baskı, yıldırma, hapis ve zulme karşı verdiği sahiden onurlu mücadeleyle; inanç, sabır ve inatla sürdürdüğü ödünsüz duruşuyla bu çeşit sözleri sonuna kadar hak eden İsmail Beşikçi gibi aydınları tanımlamaya, nitelemeye çalışırken dilimiz tutukluk çekiyor şimdi.”
Utanç duyuyorum
Evet Murathan çok doğru söylemiş, Beşikçi Hoca’nın yanında insanını dili tutuluyor. Bir de şu var: başkalarını bilmem ama ne zaman onun hakkında bir yazı, haber vs. görsem, hele bizzat kendisiyle karşılaşsam utanıyorum. “Utanç duyuyorum” demek belki daha doğru olur. Öncelikle kendi adıma utanç duyuyorum. Zira bu ülkede vatandaşlık onayı için nerdeyse olmazsa olmaz olan devlet zulmünden (işkence, hapis, yasaklar vb.) iyi kötü ben de nasibimi aldım ama onun başına gelenler yanında benimki tek kelimeyle “amorti” değerindedir. Bunun ötesinde, devletten baskı gördüğüm anlarda Beşikçi Hoca’nın sergilemiş olduğu vakar, direnç ve inadı gösteremiş olmaktan dolayı utanç duyuyorum.
Ama esas utancı, içinde yaşadığım, parçası olduğum toplum ve ülke adına duyuyorum. Türkiye’deki Kürt gerçekliğini, eğip bükmeden söylediği ve gözler önüne serdiği ve daha önemlisi bütün rüşvet, yıldırma, tehdit, baskı vb. girişimlerine rağmen bu tutumunu ısrarla sürdürdüğü için kendisine reva görülen devlet zulmü ve buna ek olarak toplumun ve “aydın” olarak kabul edilen katmanların ezici bir çoğunluğunun bu zulme sessiz kalması, yer yer buna destek vermesi, hatta daha ileri gidip zulme bizzat dahil olması bu ülkenin kolay silinmeyecek kara lekelerindendir.
Öcalan’ı da karşısına aldı
İnsan gerçekten şaşırıyor. “Bu ufak tefek, mütevazı adamdan mı bu kadar korkmuşlar?” diye souyor kendi kendine. Tabii hemen ardından şu soru geliyor: “Bu ufak tefek, mütevazı adam nasıl dayanmış bunca zulme?”
Tabii bu arada Beşikçi’nin sadece devletin ve resmi ideoloji yandaşlarının baskılarına maruz kalmadığını da hatırlatalım. Abdullah Öcalan’ın 1999 başlarında Türkiye’ye teslim edildikten sonra gösterdiği itaatkâr tavır Beşikçi’yi son derece rahatsız etti ve her zaman olduğu gibi bu konudaki görüşlerini de alenen dile getirdi. Bunun üzerine PKK öncülüğündeki Kürt siyasi hareketinin kendisini aforoz etmesi hiç de şaşırtıcı olmadı. Fakat Beşikçi PKK çevrelerinden gelen baskılara karşı da dik duruşunu hiç bozmadı.
Bitirirken okurlara bir soru: Orhan Türkdoğan adı sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Kendisi Türkiye’nin bilim tarihinde müstesna bir yeri olan bir sosyologdur. Özelliği sosyolojide getirdiği açılımlar filan değildir. Kendisi 26 Ocak 1968 günü Erzurum Üniversitesi’nde sosyoloji asistanı Dr. İsmail Beşikçi’yi fakülte yönetimine ihbar eden doçenttir. Türkdoğan hızını alamayıp 12 Mart dönemindeki ara rejim hükümetinin bakanlarından Sadi Koçaş’a da Beşikçi’yi ihbar etmiş ve bu bakımdan Türk akademi dünyasında “Beşikçi’yi ihbar etme” furyasını başlatmıştır. Meraklısı sözünü ettiğimiz kitabın 297 ve 298. sayfalarında Beşikçi’yi ihbar eden veya aleyhine tanıklık yapan “seçkinlerimiz”den bazılarının adlarını bulabilirler.
Evet tarih İsmail Beşikçi’yi de onları da ayrı ayrı sayfalara yazıyor.