Başlıksız bir Nevruz/Newroz yazısı
.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gündemin birinci sırasında Libya’ya askeri müdahalenin olduğu malum. Bu kaotik ortamda Nevruz/Newroz kutlamalarının pek ilgi çektiği söylenemez. Herhangi bir tatsızlık yaşanmadığı da göz önüne alınırsa bu yazı okuyucuya anlamsız ve gereksiz gelebilir. Ancak üç yıl boyunca aynı yerde, Diyarbakır Newroz Meydanı’nda Nevruz/Newroz kutlamalarını izleyen biri olarak, dünkü kutlamaların birçok bakımdan önemli olduğu kanısındayım.
Sözü uzatmadan söylemek gerekirse: Geçen yılki izlenimlerime “Mesafe kötü şekilde açılıyor” başlığını uygun görmüştüm. Bu yılsa başlık bulmakta epey zorlandım. O yazıda tabii ki ülkenin batısı ile doğusu, daha doğrusu Kürtleriyle Kürt olmayan nüfusu arasındaki mesafeyi kastediyordum. Mesafenin kötü şekilde açıldığını düşünmeme neler neden olmuştu? Yine o yazıdan bir alıntının yeterli olacağını sanıyorum. “Nevruz kutlamalarına katılanların realitesinin bambaşka olduğunu söyleyebilir ve basitleştirerek ‘ağızlarını Öcalan ’la açıyor, PKK ile devam ediyor, yine Öcalan ile bitiriyorlar’ diyebiliriz.”
Dün de böyleydi. Hatta daha fazlasıydı: Ellerde daha çok Öcalan posterleri, dillerde daha çok Öcalan sloganları, konuşmacılarda daha çok Öcalan referansı. Tabii bu arada Öcalan’ın Nevruz/Newroz üzerine yapmış olduğu konuşmalardan derlenerek hazırlanmış barkovizyon gösterisi bu yıl da en büyük ilgiyi gören olay oldu.
Geçen yıl yazımı kaleme alırken kendimi belli ölçülerde frenlemiş olduğumu itiraf etmeliyim. Diğer bir deyişle “Mesafe kötü şekilde açılıyor” başlığını atarak sanılanın aksine “kötümser” değil “iyimser” davranmıştım. Aslında geçen yılki Nevruz/Newroz izlenimleri, daha irkiltici, sarsıcı bir başlığı hakediyordu.
Hal böyle olunca bu yıl görüp gözlediklerimi özetleyebilecek bir başlık bulmakta hayli zorlandım.
Çünkü bu saatten sonra “mesafe” üzerine dertlenip kafa yormanın anlamlı olup olmadığı konusunda hayli tereddütlüyüm. Her yeni Nevruz/Newroz kutlamasında Kürt siyasi hareketinin bir yılda epey mesafe katetmiş olduğunu, buna paralel olarak Kürt milliyetçiliğinin de iyice kök saldığını gözlüyorum. Yıllar ilerledikçe Kürt hareketinin sözcülerinin ülkenin geri kalan kısmına seslenme konusunda daha az istekli, tabanın da aynı konuda tamamen ilgisiz olduğunu görmek, insana, bu ülkede barış içinde bir arada yaşama şansının giderek azaldığını düşündürtüyor.
Acaba buradan dönüş mümkün mü? Kopmuş olan yeniden birleştirilebilir mi, kopmakta olanın kopması engellenebilir mi? Seçim atmosferine girdiğimiz andan itibaren AKP iktidarı Kürt sorunu üzerine tartışmaları iyice askıya almış durumda. Kürt hareketi de Öcalan’ın İmralı’daki görüşmelerinin bir “müzakere”ye dönüşmesini beklemenin ve bu arada bu beklentiye gölge düşürecek çıkışlar yapmaktan uzak durmanın dışında pek bir şey yapmıyor.
Kürt sorununun elbrliğiyle seçimler sonrasına böylesine ertelenmesiin pek akıl kârı olduğu kanısında değilim. Zira Kürt milliyetçiliği dinamiği, bütün bu hesap-kitapların ötesinde, kendi mecrasında akmaya devam ediyor. Dolayısıyla seçimlerden sonra, hep birlikte istenilse bile köklü çıkışlar yapmak iyice zor, hatta imkansız olabilir.