Başkalarının yanlış hesaplarının faturasını Gazzeliler ödüyor
.
Suriye’de yaşanan iç savaş ile buna bağlı kaos ve belirsizlikten en fazla (belki de tek) istifade edenin İsrail devleti olduğu söyleniyordu, son birkaç gündür bu tahlilin ne derece isabetli olduğunu acı bir şekilde görüyoruz. İsrail hiç kuşkusuz, Ortadoğu’daki Müslüman toplulukların mezhep temelli, son derece yıkıcı ve ne zaman biteceği belli olmayan bir çatışmaya girmiş olmalarından hiç şikayetçi olmasa gerek. Ama bu kaotik durumun kendisine açıktan cephe alan devlet (Suriye, İran) ve grupları (Hizbullah, Hamas, İslami Cihad) doğrudan ve son derece olumsuz bir şekilde etkiliyor olması İsrail’i ayrıca ve çok daha fazla memnun ettiği açıktır.
Suriye’de ayaklanma çıkana kadar bölgede dengelerin ana ekseni mezhep değildi. Buna bağlı olarak Hamas, İslami Cihad gibi Filistinli Sünni İslamcı gruplar doğrudan Şam, dolaylı olarak Tahran’dan ve bunlarla bağlantılı olarak da Lübnan’da Hizbullah’tan destek alıyorlardı. Onların İsrail devletine indirdiği darbeler de onunla sorunlu olan Suriye ve İran’ı memnun ettiği için tarafların genellikle razı olduğu karşılıklı bir alışveriş söz konusuydu.
Ancak Suriye’de Müslüman Kardeşler başta olmak üzere Sünni İslamcıların ön ayak olduğu halk ayaklanması başlayıp, önce Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkeleri, ardından Türkiye tarafından desteklenince Hamas kritik bir seçim yapmak zorunda kaldı ve İran/Suriye hattında inşa edilen Şii hilalinin etki alanından çıkıp yeni oluşmakta olan Sünni Blok’a yanaştı. Hamas, böylece bölgede oluşması beklenen yeni stratejik dengede kendine bir yer açmaya çalıştı.
Hesaplar tutmayınca
Ancak hesaplar tutmadı. Suriye’deki Baas rejiminin bir türlü yıkılamaması ve yıkılamayacağının da anlaşılmasıyla birlikte yeni denge arayışları rafa kalktı ve rejim değişikliğine kesin gözüyle bakıp yatırım yapmış ülkeler ve gruplar çok ağır faturalar ödemeye başladılar.
Filistin halkının, özellikle Gazzelilerin maruz kaldığı son katliamları bu bağlamda anlamaya çalıştığımızda karşımıza öncelikle bu mazlum insanların iyice yalnız kalmış oldukları gerçeği çıkıyor. Örneğin Hamas’ı zamanında Şam-Tahran hattından koparan güçlerin bugün kıllarını kıpırdatmıyor, hatta İsrail’e daha yakın pozisyon alıyorlar. Yine Hamas’ın stratejik kaygılarla karşı çıkmamış olduğu Mısır’daki askeri rejim de giriştiği arabuluculuk faaliyetlerinde Filistinliler lehine pozitif ayrımcılık yapmıyor. Sonuçta mazlum Filistin halkı bir kez daha bölgesel dengelerin kurbanı oluyor.
Hitler sevdalıları
Türkiye’ye gelince: Aslında söylenecek çok fazla bir şey yok zira Ankara’nın söyleyebileceği çok fazla sözü, oynayabileceği herhangi bir rolü yok. Daha doğrusu çok erken zamanlarda bu imkanlar tüketildi. Hatırlayalım: Çok eski olmayan bir zamanda hükümet İsrail ile Suriye arasında arabuluculuğa talipti ve bu öneri hiç de yadırganmıyordu. Şimdi her iki ülke ile de Ankara’nın herhangi bir ilişkisi kalmadı.
Hal böyle olunca resmi kınama tonlarının iyice yükseldiğine ve İsrail’e tepkinin esas olarak toplumsal kanallardan aktığına tanık oluyoruz.
Bu son derece normal ve olumlu bir durum. Fakat toplumsal tepkinin bir ayağında İsrail’den ziyade Yahudi karşıtlığının egemen olması çok rahatsız edici. Irkçılık, ayrımcılık hiçbir gerekçeyle mazur görülemez ve Yahudi düşmanlığı da ırkçılığın en pespayelerinden biridir. Bu bağlamda Yahudi vatandaşları alenen tehdit ederek kendilerini İsrail’e karşı aleni ve sert tepki vermeye çağırmanın bir suç olarak görülmesi gerektiğini vurgulayalım. Tabii bir de, her İsrail katliamından sonra Adolf Hitler’i hayırla yad edenler var. Onlara da diyecek çok şey var ama hiçbir şey söylememek belki daha iyidir. Lanetten başka bir şeyi hak etmiyorlar çünkü.