Barış piroz be!
.
Dünkü Diyarbakır Newroz’u hakkında söylenecek çok şey var. Benim söyleyeceklerimin hemen hepsi olumlu olacak. Çünkü:
- Önceki yıllara göre daha büyük bir kalabalık vardı, yani Kürtler bu buluşmanın tarihi önemini tam anlamıyla kavramışlardı.
- Organizasyonu üstlenen BDP/DTK daha dikkatli ve özenliydi;
- Abdullah Öcalan‘ın mektubu beklentilerin (en azından benim beklentilerimin) ötesinde iyi, pozitif ve yapıcıydı.
- Mektubun Pervin Buldan tarafından okunan Kürtçesinde fazla tepki göstermeyen kalabalığın Sırrı Süreyya Önder‘in mektubu Türkçe okumasıyla birlikte coşması hem Öcalan’ın otoritesini, hem de Türkiye’deki iç içe geçmişliği göstermesi bakımından çarpıcıydı.
Parantezi kapatmak
Öcalan’ın mektubundaki ana çağrıyı şöyle özetleyebiliriz: “Türklerle Kürtler arasındaki ilişkilerin son 90 yılını paranteze alalım, bugün bu parantezi kapatalım. Biz kavramına eski ruhunu verelim ve bundan sonra yolumuza 90 yıl önceki gibi, mesela Çanakale ve Kurtuluş savaşlarında olduğu gibi hep birlikte devam edelim.“
Yıllarca “bölücü” olarak lanetlenmiş bir ismin kalkıp “zaman ihtilafın, çatışmanın değil, ittifakın, kucaklaşmanın ve helalleşmenin zamanı“ demiş olması, daha ileri gidip “bizi bölmek, ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşelim“ çağrısı yapması Türkiye’de çok şeylerin değiştiğinin ve daha da değişeceğinin işaretidir.
Öcalan’ın vermiş olduğu hepsi son derece kritik daha bir dizi mesaj var. Özellikle silahlı mücadelenin artık kesinlikle sonlanması gerektiğini vurgulaması ve bunu “yumuşak bir talimat“ olarak sunması bile dünkü Newroz’u tek başına tarihi kılmaya yeter. Ayrıca onun Türklerle Kürtlerin birlikte Orta Doğu’da yeni ve bir bakıma Batı’ya alternatif bir modernite yaratması önerisini de atlamamak gerekir.
İhtiyat payları
Tabii herkes benim gibi pozitif bakmıyor. Örneğin çok meslektaşımın, o iyice popüler olan “Kürtler ne karşılığında silah bırakıyor?“ sorusunun değişik versiyonlarını özel sohbetlerde dillendirdiklerini gördüm. Ama Newroz’a katılan Kürt siyasi hareketinin değişik kademelerindeki kişilerde, özellikle kendi hâllerindeki Kürtlerde açıkçası bu tür sorgulamalara tanık olmadım. Çünkü onlar devlete olmasa bile Öcalan’a güveniyorlar. Yani birileri Kürtlerin dertleriyle Kürtlerden fazla dertleniyorlar diyebiliriz.
Bir de Türk kamuoyundan gelen tepkiler var. Öcalan’ın mektubunda Türkleri rahatsız edecek hemen hemen hiçbir şey yoktu, tam tersine onların onur ve gururlarının özellikle gözetilmiş olduğu görülüyordu. Fakat bu sefer bir “meydanda niye Türk bayrağı yoktu?“ sorusu ortaya atıldı. Aynı meydanda çok Newroz izledim, hiçbirinde Türk bayrağı yoktu ve bu ciddi bir şikâyet konusu olmamıştı. Türk bayrağının olmamasının vahim bir olaymış gibi sunulması bana dünkü Newroz’un tarihsel öneminden ciddi olarak rahatsızlık duyanların nafile bir gayreti gibi görünüyor.
Tabii bu arada, “ama bu sefer bir barış çağrısı var” diyen iyi niyetliler de var ki bu serzenişte belli ölçülerde haklılık payı olabilir fakat insaflı olmak lazım: 30 yılı aşkın bir süredir devam eden epey kirli bir savaşın birdenbire ve sadece tek bir tarafın atacağı adımlarla sonlanması beklenebilir mi?
Eğer PKK’nın silahsızlanması ve Kürt sorununun kalıcı olarak çözümü isteniyorsa sayıca çok olanlar kibirli davranmaktan ve her şeyi Kürtlerden beklemekten vazgeçmeliler. Çünkü bu savaşı kimse kazanmadı, kimse de kaybetmedi; yani kimse kimseye şart dayatma durumunda değil.
Dün Diyarbakır Newroz Meydanı “Newroz piroz be!“ (Newroz kutlu olsun) sloganlarıyla inledi. Biz de yazımızı “Barış piroz be!“ (Barış kutlu olsun!) diye bitirelim. Evet Türklerin ve Kürtlerin barışı yeniden inşası başlamış durumda ve bunu kimse engelleyebileceğe benzemiyor.