Barış mı demokrasiden demokrasi mi barıştan...
.
Yeni İmralı sürecinin başlaması ve PKK ile Kürt sorunlarının çözüm ihtimalinin ciddi bir şekilde belirmesiyle birlikte yeni bir tartışma gündemimize girdi: Barış mı demokrasiden yoksa demokrasi mi barıştan türer? Bu sorunun “demokrasi olmadan gelecek olan barışın anlamı olur mu?” ve “barış getiriyoruz diye demokrasiyi tamamen rafa kaldırıp otoriter bir rejim mi kuracaklar?” gibi değişik versiyonları da mevcut.
Kaygı gerekçeleri
Barış-demokrasi ilişkisine kaygıyla yaklaşanların bir dizi gerekçesi var. Bunlardan bazılarını, kaygı sahiplerinin ağzından şöyle sıralayabiliriz:
1) “Zaten ülke yönetiminde neredeyse “tek adam” olan Başbakan Erdoğan başkanlık sistemi getirerek otoritesini pekiştirmek istiyor, bunun için de Kürt siyasi hareketiyle işbirliği arıyor;”
2) “Milliyet Gazetesi’nin yayınladığı İmralı tutanaklarında da Abdullah Öcalan’ın Erdoğan ile başkanlık sistemi konusunda işbirliğine sıcak baktığı görülüyor;”
3) “Her ne kadar adına ‘barış süreci’ denilse de Erdoğan otoriter dilini aynen koruyor;”
4) “Süreç hiç şeffaf ilerlemiyor. Basının süreci özgür bir şekilde takip etmesine, son İmralı tutanakları yayını ve Hasan Cemal olayında görüldüğü gibi izin verilmiyor...”
Yarım yamalak demokrasi
Daha da uzatmak mümkün ama burada keselim. Yukarıda sıraladığımız ve bu yazıda yer veremediğimiz diğer kaygı gerekçelerinin tümünde belli haklılık payları bulunmakla birlikte, demokrasiyi savunmak adına yeni İmralı sürecine ihtiyatla yaklaşmanın, daha ileri gidip onunla araya mesafe koymanın, hele karşısında yer almanın doğru olmadığı kanısındayım.
Neden diye sorulacak olursa, öncelikle, daha önce de yazmış olduğum gibi (http://www.rusencakir.com/Devlet-bu-son-sansi-kullanabilecek-mi/1965) Erdoğan’ın bu süreci başkanlık hayallerini gerçekleştirmek için gönüllü olarak değil, ülkenin bölünmesi ihtimalinin önüne geçmek için mecburen başlattığına inanıyorum.
İkinci olarak, başlıktaki sorunun abes olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir ülkede ister “düşük”, ister “yüksek yoğunluklu” olsun, eğer bir tür savaş hâli yaşanıyorsa orada demokrasiyi tam olarak oturtmak mümkün olamıyor. Bunun en bariz örneği Türkiye’dir.
Yıllarca yaşadığımız, tanık olduğumuz, yüz binler, hatta milyonlarca kişinin değişik ölçülerde mağdur olduğu anti-demokratik uygulamaların özünde bir şekilde “terörle mücadele” iddiası vardır. Dolayısıyla, eğer Türkiye’ye barış gelmezse, PKK silahsızlanmazsa bizler yarım yamalak demokrasiyle idare etmek zorunda kalacağız demektir. Kuşkusuz, barış ortamının sağlanması otomatik olarak demokrasinin mükemmelliyet kazanacağı anlamına gelmez, lakin, temel hak ve özgürlüklerin ihlallerinin en önde gelen bahanesinin ortadan kalkmasıyla demokrasinin önünün iyice açılacağı da muhakkaktır.
Muhalefet boşluğu
Öte yandan bazı çevrelerin sürece kuşkuyla bakmasının gerisinde pek dile getirilmeyen iç içe geçmiş iki gerekçenin daha bulunduğu kanısındayım. Bunlardan ilki, ülkeyi 11 yıldır tek başına yöneten, her iki seçmenden birinin oyuna ulaşan AKP’ye (ve onun lideri Erdoğan’a) karşı en (belki de tek) etkili muhalefet Kürt siyasi hareketinden geliyordu. Bu hareketin siyasi iktidarla rekabet ve çatışma yerine müzakere ve işbirliğine girmesi Türkiye’deki siyasi dengeleri tepeden tırnağa değiştirip muazzam bir muhalefet boşluğu yaratabilir.
İkinci olarak, Kürt hareketi tarafından rahatsız edilmeyen bir AKP ve Erdoğan, PKK ve Kürt sorunlarını çözme yolunda ciddi adımlar atılması hâlinde çok daha güçlenecektir.