Bana tezkerenizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim
.
Sizin de çevrenizde 1 Mart 2003 günü TBMM’nin reddettiği Irak tezkeresine canla başla karşı çıkmış, ama 4 Ekim 2012 günü TBMM’nin kabul ettiği tezkereye hiç itiraz etmemiş kişiler vardır? Belki siz de böyle davranmışsınızdır. Peki yaklaşık 10 yılda ne değişti de toplumun bir bölümü (sayıları çok fazla değil ama önemsenmeyecek kadar az da değiller) tezkere karşıtlığından tezkere yanlısı olmaya savruldu?
Bu sorunun cevabını bulmak için iki tezkereyi kıyaslamamız şart:
Suriye ve Irak: Tek yumurta ikizleri: Saddam Hüseyin de tıpkı Hafız ve Beşar Esad gibi Baas adı verilen seküler, soldan etkilenmiş Arap milliyetçiliğinin taşıyıcısıydı. Yer yer totaliter özellikler gösteren her iki ülkenin otoriter rejimleri esas gücünü sayıca az olan toplumsal kesimlerden (Irak’ta Sünniler, Suriye’de Nusayriler) alıyordu. Kürtlerse Irak’ta Sünni-Şii, Suriye’de Nusayri-Sünni çatışmalarından ayrı olarak kendi mücadelelerini yürütüyorlardı. Saddam Körfez ülkelerinin de teşviğiyle İran’la yıllarca savaşırken, Esad ailesi İslam cumhuriyetinin baş müttefiğiydi.
Arap baharının etkisi: Irak krizini ateşleyen 11 Eylül 2001 terör saldırıları oldu. ABD Başkanı Bush, yakın çevresindeki yeni muhafazakâr ekibin teşviğiyle önce Afganistan’ı işgal etti, hemen ardından çoğu asılsız çıkan iddialarla gözünü Irak’a dikti. Kendi işgalinin toplumsal zeminini oluşturmak amacıyla Irak içindeki muhalif hareketleri örgütlemeye çalıştı. Suriye’deyse tam tersi oldu. Önce Arap baharının cazibesine kapılan muhalefet sokağa çıktı, Batı’nın desteğiyse sonradan geldi.
Biri global, diğeri bölgesel: Irak krizi başından itibaren tüm yerküreyi ilgilendirirken dünya kamuoyunun Suriye ilgisi hep sınırlı kaldı. Bunda hem geçmişteki acı Irak tecrübesi, hem Arap ülkelerinin peşpeşe altüst olması, yani ilgi odaklarının çoklaşması, hem de Suriye muhalefetinde radikal İslamcıların ağırlıkta olduğu iddiaları etkili oldu. Sonuçta Suriye krizi, Ankara’nın bütün uğraşlarına rağmen bölgeselliği aşıp küresel bir hüviyet kazanamadı.
AKP’deki değişim: Irak krizi patlak verdiğinde AKP lideri Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için başbakan Abdullah Gül’dü. Erdoğan tezkereye alenen angaje olmuştu ama Gül’ün aynı heyecana sahip olduğunu görmedik. Hatta Hüseyin Çelik, Mehmet Aydın gibi bakanlar açıkça tezekereye karşı çıktılar. Bu çatlak tüm AKP grubuna sirayet edince tezkere Meclis’ten geçemedi. Bugünse AKP içinde herhangi bir tartışmaya tanık olmadık. İktidar partisi oylamada şu ya da bu şekilde fireler vermiş olabilir ama Erdoğan’ın mutlak otoritesine meydan okuma olarak görülebilecek herhangi bir durum söz konusu değil.
İslami çevrelerdeki dönüşüm: 1 Mart tezkeresinin reddinde İslamcıların hatırı sayılır bir bölümünün savaş karşıtı gösterilerde yer alması, AKP’li milletvekillerine baskı uygulaması hayli etkili olmuştu. O gün sokaklara dökülen İslamcıların bir bölümü, Suriye krizi başladığı andan itibaren bu ülkeye askeri müdahale yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Önemli bir bölümünün kafası karışık, bu tezkereye de net bir şekilde karşı çıkanlar ise ya sessizliği tercih ediyor ya da sesleri duyulmuyor.
Savaş isteyenler kim?: Dün tezekere karşıtları kendilerini aynı zamanda savaş karşıtı olarak niteliyorlardı; daha doğrusu savaşa karşı oldukları için tezkereye de karşı olduklarını söylüyorlardı. Bugünse Suriye tezkeresini destekleyenlerin çoğu kendilerinin de aslında savaş karşıtı olduğunda ısrarcı. “Nasıl oluyor da oluyor?” diye sorduğunuzdaysa hızla “Bu savaş değil caydırma tezkeresi” cevabını veriyorlar. Kendilerine “Ya Esad caymazsa?” diye sorduğunuzdaysa tartışma noktalanıyor.