Ayaklanma, devrim, darbe, karşı-devrim...
.
Gerek Türkiye’de, gerek Ortadoğu’da üst üste yaşanan gelişmeleri serinkanlı bir şekilde takip etmek giderek zorlaşıyor. Her şeyden önce olup bitenleri anlama ve anlamlandırabilme için gerekli olan en temel kavramlarda anlaşamıyoruz. Örneğin Mısır’da yaşananlar ucunun nereye varacağı belli olmayan bir “halk ayaklanması” mıdır, Nasır’la başlayıp Sedat ve Mübarek’le süren otoriter bir rejimi sonlandıran bir “devrim” mi, yoksa devlet aygıtı içinde iktidarın el değiştirmesi anlamında bir “darbe” mi?
Mısır’da yaşananları bir “devrim” olarak görmeyen, görmek istemeyenlerin birden fazla gerekçesi var. Bazılarını, kendi ağızlarından sıralamaya çalışalım:
* 21. yüzyılla birlikte “devrimler çağı” da sona erdi. Bu tespiti tekzip edercesine değişik coğrafyalarda yaşanan ve genellikle renklerle tanımlanan “devrim”ler kısa süre içinde fiyaskoyla sonuçlandı ve birçok durumda gelen sahiden gideni atarır oldu.
* Mısır çok büyük, yönetilmesi çok zor ve jeopolitik açıdan son derece değerli bir ülkedir. Bu ülkede köklü bir devrime, önde gelen iç ve dış dinamikler kesinlikle izin vermezler.
* Onyıllardır süren otoriter rejim nedeniyle Mısır’da sivil toplum yeterince güçlenememiştir. Her ne kadar Müslüman Kardeşler başta olmak üzere İslamcılar belli bir etkinliğe sahip olsalar da ülkeyi yönetme kapasitesinden hayli uzaklar.
* Kaldı ki İslamcıların iktidarı ele geçirme ihtimali hem içerde, hem de dışarda ciddi kaygılara yol açmaktadır.
Devrimlerin kaderi
Mısır’da bir “devrim”in söz konusu olmadığını ileri sürenler, ordunun Mübarek’ten sonraki geçiş sürecinin sorumluluğunu üstlenmiş olmasının kendilerini haklı çıkardığını söylüyorlar. Eğer bu “geçiş” süreci yıllarca sürecekse dedikleri doğru olabilir. Ama ordunun ilk günden itibaren göstericilerin en hayati taleplerini kabul etmesi, örneğin Mübarek döneminin parlamentosunu feshetmesi, burada bir “iktidar darbesi” yaşandığı yolundaki yorumların fazlasıyla aceleye gelmiş olduğunu bize gösteriyor.
Evet Mısır’da yaşananlar bildiğimiz devrimlerden çok farklı özellikler sergiliyor olabilir, ama yeni olanların ne olduğu ve ne anlama geldiği üzerine kafa yormak yerine daha işin başında “buradan bir şey çıkmak” diye kestirip atmak, en azından yüzbinler, hatta milyonlarca Mısırlının kendilerini riske atarak gösterdikleri direnişe ve yürüttükleri mücadeleye saygısızlık etmek anlamına gelir.
Mısır’da demokratik bir sistemin geleceği tabii ki garanti değil. Hatta Mübarek’i aratacak yeni bir otoriter, hatta totaliter yönetim ihtimali hayli düşük olsa da vardır.
Nitekim yakın tarihte yaşanan neredeyse bütün devrimlerden, bir süre sonra devrimin başlangıç ilkelerine ihanet eden devletler türemiştir. Fakat ihtimal hesaplarını hep olumsuz bir şekilde yapıp kötümser senaryoları bir kader gibi dayatmanın bir manası yok. Hatta şöyle bir iyimserlik de geliştirebiliriz: Günümüzde önce kendi çocuklarını yiyen devrimler devri kapanıyor.
Balyoz’un balyozu
Tekrar gerçekçi olalım ve Mübarek’in gittiği gün Türkiye’de yaşananlara bakalım: Balyoz Davası kapsamında çoğu muvazzaf 163 subaya tutuklama kararı çıkmış olmasına ne ad vereceğiz: Demokratikleşmede bir devrim mi, yoksa bir karşı-devrim mi yaşıyoruz? Ergenekon süreciyle birlikte ülkemizde yaşanan kutuplaşmanın dozu her geçen gün artıyor, saflar iyice ayrışıyor ve kızışıyor ama şurası da çok açık: Taraflardan biri hep kaybediyor.
Ergenekon sürecinin ilk dönemlerinde, her operasyonun ardından gözler TSK’ya çevrilir ve “asker ne yapacak?” sorusunun cevabı aranırdı. Artık bu soru sorulmuyor. Öyle ki daha önce bazı sanıkların yakınlarının (Dursun Çiçek’in kızı, Çetin Doğan’ın kızı ve damadı gibi) tek tek çaba göstermelerine tanık olurken bu sefer sanık ailelerinin ortak inisiyatif geliştirme çabalarına tanık oluyoruz.
Hayli geç kalmış ve sonuç alma ihtimali hayli düşük bir çaba. Ama en azından bu vesileyle bir nebze “sivil” olmayı da öğrenebilirler.
Yıllardır kendilerini bu ülkenin ilk ve çoğu durumda da tek sahibi görmüş, buradan hareketle her türlü hak arayışını en sert yöntemlerle bastırmış, defalarca Türkiye’yi bir “açık hava hapishanesi” ve daha acısı “işkencehanesi”ne çevirmiş olanların da sıra bir şekilde kendilerine geldiğinde hak ve hukuklarını aramaları son derece doğal ve doğrudur.
Demek ki adalet her zaman ve herkes için lazımmış!