Avrupa heyecanı neden dindi?
.
Eğer Sarkozy birkaç saatliğine de olsa Türkiye’ye gelip, hiç çekinmeden “Sizi AB’de istemiyoruz, boşuna uğraşmayın” anlamına gelecek sözler ederek ülkemizin AB ile tam üyelik müzakerelerini yürütmekte olduğunu hatırlattı.
Dolayısıyla “Sarkozy ne dedi, nasıl dedi, niye dedi?” diye tartışmadan önce Türkiye’deki AB heyecanının neden iyice dinmiş olduğunu sorgulamakta yarar var.
2002 genel seçimlerinin hemen ardından yaşanan süreci hatırlayalım: Bir yandan dönemin başbakanı Abdullah Gül, diğer yandan siyasi yasaklı AKP lideri R. Tayyip Erdoğan Avrupa ülkelerinde ve hatta ABD’de tam anlamıyla bir “mekik diplomasisi” yürüttüler ve nihayet Türkiye 2004 Aralık ayında tam üyelik için müzakerelere başlama hakkını kazandı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Sonradan Çankaya’ya çıkacak olan Gül gibi birkaç istisna dışında AKP kurmayları içinde AB’ye eskisi kadar sahip çıkan pek kimse olmadı. Bu ilgisizliğin, “AKP, AB konusunu dışarda ve içerde meşruiyet kazanmak için kullandı. Aslında Türkiye’nin AB üyeliğini samimi bir şekilde istemiyorlar” şeklinde yorumlara yol açtığını biliyoruz. Fakat şunu da biliyoruz ki Başbakan Erdoğan her fırsatta AB üyeliğini “bir medeniyet projesi” olarak tarif ediyor ve bu uğurda yılmadan, usanmadan çalışacaklarını tekrarlıyor.
Eğer Erdoğan sözlerinde samimiyse Türkiye AB konusunda neden kaydadeğer ilerlemeler sergileyemiyor? Bu sorunun cevaplarını önce AB’nin kendi içinde arayacak olursak birçok noktanın altını çizmek gerekiyor. Örneğin:
1) AB’nin yaşadığı bir dizi sıkıntı nedeniyle daha fazla büyümekten iyice korkar olması;
2) Güney Kıbrıs’ın tam üye olmasının ardından Türkiye’ye çıkarttığı ve kısa vadede nasıl çözülebileceği belli olmayan sorunlar;
3) Avrupa kamuoyunun ciddi bir kesiminde ve yönetimlerin bazılarında hakim olan Türkiye’yi istememe yaklaşımının etkisini kaybetmeden, hatta yer yer artırarak sürmesi;
4) Bu bağlamda bir zamanlar Türkiye’ye AB yolunda en fazla destek vermiş olan Chirac’ın yerini Sarkozy’nin, Schröder’in yeriniyse Merkel’in alması ve bu ikilinin Türkiye’yi dışlama konusunda hep birlikte hareket etmeleri...
Artık “milli dava” değil
Şimdilik burada kesip Türkiye’nin AB serüvenini sokan iç nedenlere bir göz attığımızda ilk olarak karşımıza, belli bir aşamadan sonra AB konusunun iç politikadaki cazibesini kaybetmiş olması çıkıyor. Bir seçimden çıkıp diğerine giren, seçim olmadığı zamanlarda da referandumlara sahne olan bir ülkede, söyleminde daha çok popülist öğeleri öne çıkaran bir iktidar partisinin, meyvelerini ilerde (o da belki) toplayacağı bir şey için bugünden birçok fedakarlıkta (AB ile uyum için gereki olan, ama hayata geçtiği anda toplumun belli kesimlerinin tepkisini çekmesi muhtemel birtakım düzenlemeler) bulunmaya pek yanaşmaması anlaşılır bir şeydir. Fakat AKP’nin AB stratejisinin “anlaşılır” olması “doğru” olduğu anlamına gelmiyor. Hatta bu “anlaşılır” strateji yüzünden AKP’nin kendi bindiği dalı kesmekte olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şöyle ki iktidar partisinin ipin ucunu bırakması, son örneğine Sarkozy’nin kısa ziyaretinde tanık olduğumuz, AB çevrelerinden sık sık gelen yer yer hakaretamiz ve aşağılayıcı dışlamalarla birleşince kamuoyunun AB’ye ilgi ve desteği giderek azalıyor. Bunun sonucunda AB’ye tam üyelik bir “milli dava” olmaktan çıkıyor.
İşin ilginç ve acı olan yanı, Türkiye’de AB taraftarlığının düşmesinde, sağlı sollu AB düşmanlarının hemen hemen hiç etkili olmamalarıdır. Herhalde geldiğimiz noktada en fazla sevinenler de onlardır.