Arkadaşıma dokunma!
.
1980’li yılların ortalarında evrensel insan hakları değerlerine inanan kişi, kurum ve örgütler, giderek tırmanma eğilimi gösteren yabancı düşmanlığına karşı Avrupa çapında büyük bir kampanya başlatmışlardı. Tüm Avrupa dillerinden atılan ‘Arkadaşıma dokunma!’ sloganları maalesef çok etkili olamadı. Geçen süre zarfında göçmenlere, yabancılara karşı kin, nefret, ayrımcılık ve ırkçılık Avrupa’da iyice yaygınlaştı; ayrımcılığın temel önermeleri marjinal gruplardan anaakım siyasi hareketlere sirayet etti. Tırmanan ve kurumsallaşan yabancı düşmanlığının faturasını, Türkiye’den gidenlerin de dahil olduğu göçmenlerin ödediğini, yaşanan acı olaylarla, felaketlerle birlikte gördük.
Şimdi benzer felaketleri ülkemizde yaşamamız söz konusu: Suriyeli mültecilere karşı hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, ayrımcılık ve saldırganlık yayılma eğiliminde. Argümanlar Avrupa’daki yabancı düşmanlarınınkilerle hemen hemen aynı: “Huzurumuzu bozdular... Suç işliyorlar... Sosyal, kültürel, ekonomik dengelerimiz altüst oldu... Geceleri rahat dolaşamıyoruz... Ailelerimizi rahatsız ediyorlar...”
Birdenbire yüz binlerce Suriyeli’nin ülkemize sığınması, bunların az bir kısmının kamplarda kalıp diğerlerinin ülkenin dört bir tarafına dağılması doğal olarak bir dizi sorunu da beraberinde getirecekti ve getirdi. Bu sorunların büyük ölçüde ekonomik temelli olduğunu düşünüyorum. Örneğin gelen Suriyelilerin yoksulları işçi ücretlerini düşürdükleri için çalışan kesimleri rahatsız ederken mali imkanları geniş olan mültecilerin de kira, ev, araba vb. fiyatlarını yükselttikleri ileri sürülüyor. Yine Suriyelilerden kendilerine iş kurmak isteyenlerin de yerel esnafla sorun yaşayabildiğini en son Kahramanmaraş örneğinde gördük.
Ne var ki mültecilerden kaynaklanan sorunlar nedeniyle en son suçlanacak kişiler mültecilerin kendisidir. Onlara gelene kadar, siyasi nedenlerle göçü teşvik eden, ardından gerekli altyapıyı kurmakta zorlanan hükümeti, onları düşük ücretle çalıştıran işvereni, onlara evini fahiş fiyatla kiralayan ya da satan kişileri sorgulamak gerekiyor. Tabii bir de, canlarını kurtarmak için ülkemize sığınmak zorunda kalmış, sayısız ortak yönümüz bulunan bu mağdur insanlara şu ya da bu nedenle önyargıyla, art niyetle bakan insanlarımızı.
Mario’nun suçu ne?
Türkiye’de ayrımcılığın, hele ırkçılığın hiç olmadığını ısrarla iddia edenlere gülüp geçmek lazım. Var, köklü bir şekilde var ve maalesef her geçen gün daha da tırmanıyor. Mesela önceki gün edebiyatımızın önde gelen isimlerinden Mario Levi şöyle bir tweet attı: “Kimilerinin gözünde boykot edilmesi gereken ‘Yahudi ürünleri’ arasında benim kitaplarım da varmış. Canım ve güzel ülkemde bunu da yaşadım.”
İsrail devletinin Gazze katliamının hesabını doğrudan kendisinden sormakta zorlananların ülkemiz Yahudilerine yöneldiklerini ilk günden görmüş ve tedirgin olmuştuk. Ama işin sırf soyadı Levi diye saygın bir yazarı ve eserlerini kara listeye almaya varacağını şahsen düşünmemiştim.
Neyse ki ülkemiz sadece ayrımcı/ırkçılardan ibaret değil. Kısa sure içinde müthiş bir dayanışma hareketine tanık olduk ve Levi şu tweet ile durumu özetledi: “Yazar dostlarım, okurlarım, öğrencilerim, meslektaşlarım, bana ne kadar güzel bir ülkede yaşadığımı da gösterdiniz. Varlığınız güç kaynağımdır.”
Ömer Çelik’in duruşu
Son olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in açıklamasını aktarmak istiyorum: “Türkçe’nin güzel yazarlarından Mario Levi’ye dönük provokatif tepkiler büyük yanlıştır. Bu nefret suçudur. Musevi vatandaşlarımız, kültürleri ve sinagogları bu memleketin ayrılmaz bir parçasıdır. Hep öyle kalacaktır... Onlar bu topraklarda ‘misafir’ değildir. Hep beraber kendi memleketimizdeyiz, hepimiz ev sahibiyiz...”
Son derece açık ve takdire şayan bir duruş. Ne var ki ülkemizde hâlâ, sırf sayıca daha kalabalık oldukları için kendilerini ülkenin yegane ev sahibi olarak görenler var ve sayıca az olanlara istedikleri gibi davranabileceklerini düşünüyorlar.
Örneğin insanlara sırf Yahudi oldukları için “İsrail’i kınadın mı?” diye sorabiliyor, yaptıklarının yanlış olduğunu söylediğinizde de sizi anlamıyorlar. Geçmişte ASALA saldırılarının ardından Ermenilere, PKK eylemlerinin ardından da Kürtlere benzer “kınama” dayatmaları yapılırdı ve çok rahatsızlık, hatta utanç vericiydi.
Her türlü ayrımcı olayda mağdur edilenlerin yanında durmamız, bahaneleri ne olursa olsun saldırganlara karşı onlara kalkan olup “Arkadaşıma dokunma!” dememiz gerekiyor.