Arınç Kürtlerin gözünü mü boyuyor?
.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşma birçok açıdan son derece önemli ve değerliydi. İlkin, “Kürtlerin varlığı bin seneden beri bir gerçektir. İnkar edemezsiniz. İnkar ederseniz 1980 öncesine dönüş yaparsınız. Bir insanın kimliğini inkar etmek o insanı inkar etmek gibidir” diyerek Kürt realitesinin devlet tarafından geri dönülmesi mümkün olmayacak bir şekilde kabul edilmiş olduğunun, yani Kürt kimliğini inkarın artık kesinlikle sonlandığının altını kalın çizgilerle çizdi.
Ardından “Kürtleri tanıyacaksanız haklarını da tanıyacaksınız” diyerek, devletin Kürt kimliğini tanımasıyla sorununun hallolmadığını, Kürtlerin taleplerini karşılamanın da devletin görevi olduğunu tartışmasız bir şekilde kabul etti. Onun şu sözlerini hükümetin bir süre önce askıya almış olduğu Kürt açılımına yeniden başlama niyetinin işaretleri olarak görebiliriz:
“Kim ne varsa bu topraklar üzerinde o kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız. Bunları vermekle terörle eş anlamlı sonuç çıkarmayacağız. Irkçılığı reddediyoruz. Ben Kürdüm diyen bir insanın eğitim, kültür, dil hakkı ne varsa vereceğiz. Bu ulufe, bahşiş değil. Tüm haklarına saygı göstereceksiniz.”
Arınç “bu ulufe, bahşiş değil” sözlerinin iki boyutu bulunduğu kanısındayım: Birincisi kardeşlik boyutu; ikincisiyse bu hakların, Kürtlerin ve onları bu noktada destekleyen diğer yurttaşların yıllar süren mücadelesi sonucu devletin gündemine girmiş olduğu gerçeğidir. Diğer bir deyişle bu haklar kelimenin gerçek anlamıyla hak edilmiştir.
Çelişki var mı?
Kimileri Arınç’ın bu sözlerini “göz boyamaca”, “aldatmaca” olarak görebilir ve bir süredir Kürt siyasi hareketinin yasadışı, yasal ve yarı-yasal kollarına yönelik yoğun operasyonları bu iddialarına kanıt olarak gösterebilir. Bu yaklaşım ilk bakışta doğru gibi geliyor ancak Kürt hareketine yönelik baskıcı politikaların birebir Kürtleri sindirmeyi, buradan hareketle Kürt kimliğini yeniden inkarını hedeflediğini ileri sürmek fazla gerçekçi olmayacaktır.
Sözlerimi şöyle açmaya çalışayım: Örneğin KCK operasyonlarını devlete pazarlayanlar, bunları bir tür Kürt sorununun çözümü öncesi “zorunlu mıntıka temizliği” olarak sundular. Onlara göre Kürtlerin haklarını vermek için öncelikle Kürt siyasi hareketinin belini kırmak gerekiyordu.
Kürt sorununu yakından izlemeye çalışan biri olarak bu akıl yürütmenin akıllıca olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki yapılan onca operasyonun Kürt hareketinin tabanla bağlarını kopartmak yerine daha da güçlendirdiğini de ileri sürebiliriz.
Devlet içindeki farklılıklar
Arınç’ın konuşmasına devlet içinde Kürt sorununun çözümü konusundaki farklı görüş açıları ekseninden de bakabiliriz. İktidar partisinin Milli Görüş kökenli bazı ağırlıklı isimlerinin son döneme damga basan sert uygulamalardan fazla memnun olmadığını, ama “bekle gör” politikası izlediklerini gözlüyorduk. Fakat onca beklemenin ardından elle tutulur gelişmeler bir türlü gelmeyince küçük çaplı itirazlar ve “açılım” çizgisine dönüş hamleleri kendini göstermeye başladı.
Ülkemizde Kürt sorunu gibi kilit konularda devlet içinde hep görüş ayrılıkları olmuş ve genellikle “seçilmişler” ile “atanmışlar” arasında çekişmeler ve iktidar savaşları yaşanmıştır. Günümüzde de benzer bir süreçten geçiyor olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bununla birlikte, geçmişte “atanmışlar”ın tereddütsüz liderliğini yapan TSK’nın hemen hemen hiç etkili olmadığı göz önüne alınacak olursa, günümüzdeki iktidar kavgalarının hayli farklı, ilginç ve manidar olduğu aşikârdır.