Alparslan Türkeş ve Kürt realitesi: 50 yıl önceden bir tanıklık
.
Ruzi Nazar ismini 1970’li yılların ortasında Uğur Mumcu’nun yazılarından biliyordum. Özbekistan doğumlu bir Amerikan vatandaşı ve CIA ajanıydı. Türkçüydü ve Mumcu’ya göre Alparslan Türkeş’in liderliğindeki ülkücü hareketle yoğun ve karanlık ilişkileri vardı. Kısacası biz solcular için kuşku uyandıran bir “kötü adam”dı.
Yıllar sonra Doğan Kitap’tan “Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu” başlıklı bir kitap yayınlanınca epey heyecanlandım. Üstelik kitabın yazarı da, yine Mumcu’nun yazılarında sık sık adı gizli kapaklı işlerle birlikte anılan bir başka Özbek asıllı Türkçü, Enver Altaylı’ydı.
Biyografiler genellikle iki türdür. Birincisi otobiyografinin daha profesyonel hâlidir. Yani hayatını yazmak isteyen kişi bir gazeteci ya da yazarla anlaşır, uzun uzun hayatını anlatır ve ek malzemeyi kimlerden nasıl toparlayacağını ona söyler. Sonunda kitap yazarın değil, hayatı anlatılan kişinin müdahaleleriyle son hâlini alır. İkincisi gerçek biyografidir. Yazar hayatını anlatacağı kişinin (tabii eğer hayattaysa) onayına ihtiyaç duymadan, hatta kimi durumda onun engelleme çabalarına rağmen gerekli görüşmeleri ve araştırmaları yaptıktan sonra kitabı kendi başına yazar.
Altaylı’nın kitabı ilk bakışta bu iki türün arasında bir yerde duruyor. Nazar ile uzun uzun görüşmüş ama hayatı hakkında ondan bağımsız araştırmalar da yapmış. Fakat Altaylı, birkaç yıl sonra 100 yaşına basacak olan Nazar’a o kadar derin bir saygı duyuyor ve hayranlık besliyor ki okuyucuya onun hayatından olumsuz hemen hemen hiçbir şey yansıtmıyor. Bu da kitabı otobiyografiye yaklaştırıyor. Hâlbuki bazı kişilerin kendi hayatlarını daha eleştirel kaleme alabildiklerini biliyoruz.
500 sayfayı aşkın kitapta beklediklerimin çoğunu bulamadım. Şöyle ki: Ruzi Nazar bir Özbek delikanlı olarak Komünist Partisi gençlik örgütünde çalışıp ardından Kızıl Ordu saflarında Alman ordusuna karşı savaşmış. Bir aşamadan sonra saf değiştirmiş ve gönüllü olarak Alman ordusuna katılmış ve bu sefer subay olarak Kızıl Ordu’ya karşı savaşmış. Savaş bittikten sonra Almanya’da kalıp orada evlenmiş. Ardından ABD’ye davet edilip Soğuk Savaş dönemi boyunca CIA’de çalışmış ve oradan emekli olmuş.
Doğal olarak insan en çok, Nazar’ın CIA’deki hayatını, hele 1959 aralık ayında gelip 11 yıl görev yaptığı Türkiye’de yaşadıklarını merak ediyor. Ancak Altaylı kitapta Ruzi Nazar’ın Türkçü yönünü anlatmayı esas almış ve istihbaratçı yönünden de, daha çok Türkçülükle bağlantılı faaliyetleri kapsamında söz etmiş. Dolayısıyla, örneğin ülkemizde yıllardır dile getirilen “Kontgerilla, Gladio” gibi konularda birinci derecede bilgi sahibi olabileceğini varsaydığımız bir kişinin tanıklıklarından mahrum kalıyoruz.
Kürt sorununa bakış
Yine de son derece ilginç olan bu kitaptan Kürt sorunuyla ilgili bir bölümü alıntılamak istiyorum. Altaylı şöyle yazıyor: “Ruzi, Kürt meselesini başbakanlık müsteşarı olduğu dönemde ve Hindistan sürgününden döndükten sonra (Alparslan) Türkeş’le konuştu. Her ikisi de, var olan bir şeyin inkâr edilerek yok edilemeyeceği konusunda mutabıktı; Kürt meselesi çözülmediği takdirde, Türkiye üzerinde hesabı olan ülkelerin bu konuyu Türkiye’ye karşı kullanacaklarından emindi. Baskı ve inkârın çözüm olmayacağını biliyorlardı. Ruzi sadece arkadaşı Türkeş’le değil, görüştüğü Türk istihbaratçılara da bu konuda dikkatli bir şekilde uyarılarda bulundu. Ancak aldığı cevap umut verici değildi. Ruzi’ye ‘Türkiye’de Kürt yok ki problem olsun. Onlar dağ Türkleridir’ diyorlardı. Ruzi, Sovyet realitesini, Sovyetler Birliği’ndeki milliyetler meselesini iyi bilen biriydi. Milliyetler meselesi nasıl ki Sovyetler Birliği’nin en önemli meselelerinden biriyse Kürt meselesi de Türkiye Cumhuriyeti devletinin en önemli meselelerinden biriydi.”
Fazla söze gerek yok!